Üniversitelerde bilim özgürlüğü istiyoruz

Üniversitelerde bilim özgürlüğü istiyoruz

Üniversite, isminden de anlaşılacağı üzere, dar ve muhafazakâr düşünme yerine üniversal düşünmeyi hedefleyen, üniversal düşünenlerin çalıştığı, üniversal düşünmeyi öğrenmek durumunda ki gençlerin okuduğu çok saygın bilimsel bir kurumdur. Üniversite bir ülkenin dünyaya açılan bilgi ve düşünce kapısıdır. Üniversite bir milletin kalbidir.

Üniversal düşünmek, belli düşünce kalıplarına sıkışarak gerçekleşmesi mümkün bir olgu değildir. Üniversal düşünmek tüm dünyayı kuşatacak şekilde bilgi ve düşünce üretmek demektir. Kalıplaşmış düşünceler üniversiteden, üniversite de kalıplaşmış düşüncelerden uzaktır, uzak durmalıdır.

Üniversite evrensel düşüncenin üretildiği yerdir. Bilginin hafızlandığı yer değil, üretildiği yerdir. Üniversiteli, düşünce üreten ve düşünce üretmeyi öğrenen kimse demektir. Düşünce üretmenin ustaları ise akademisyenlerdir. Onları yöneten ve yönlendirenler de rektörlerdir, bilimsel kurullardır.

Akademisyenler eğer üniversitelerde görevlerini yerine getirmezler de daha önce üretilmiş düşünce ve ideoloji kalıplarına sımsıkı bağlanırlarsa ve bunu yapmayı üniversallık olarak algılarlarsa o zaman bu irfan yuvaları üniversite olmaktan çıkar, belki dar kalıplı bir cemaati barındıran kuruma dönüşür; dolayısıyla üniversiteyi üniversite yapan ruhtan uzaklaşır.

Maalesef bugün birçok üniversitede bu olumsuz olguyu görmek mümkündür. Dar kalıplı adeta cemaat zihniyetli bazı rektörlerin düzenledikleri konferanslara bir göz atılırsa tek başına bu olgu onların ne derece tarafgir, taassuba kapılan, tek tip düşünceleri sergileme çabası içinde ki zavallı kimseler oldukları kolayca anlaşılır.

Bir üniversitede hep aynı çizgide düşünen insanlar konuşur, yönetici olur da farklı düşünceler ve tartışmalara yer verilmezse, bu mekânlarda düşünce nasıl üretilebilir ki? Yapılan şey aynı düşüncelerin tasdik ettirilmesi, tekrarlanması, ezberlettirilmesi ve bir tür tabulaştırılmasından başka bir işe yaramaz.

Toplumda faaliyet gösteren sivil kuruluşlar bile farklı görüşlere yer verebildiği halde, belli bir düşünceye iman etmiş bu rektörler ve yöneticilerin yaptıkları işlere akıl erdirmek mümkün değildir. Oysa devlet akademisyenlere, farklı fikirler tartışılıp düşünce üretilsin diye para veriyor; üniversitelere bunun için büyük harcamalar yapıyor.

Bir atasözünde “Barika-i hakikat musademe-i efkârdan doğrar”=(Hakikat güneşi fikirlerin çatışmasında doğar) denilmiştir. Atalarımız bu gerçeği kavramış da çağdaş dünyada yaşayan bu yöneticiler ne yazık ki kavrayamamış görünüyor. Eğer kavramış olsalardı, nerde bunun sonuçları…

Aykırı fikirlerin tartışılamadığı yerde bedenler robotlaşır, beyinler fotokopileşir ve kötü niyetlilerin çarpışması için birer araç haline gelir. Daha başka bir ifade ile “fikirsizliklerin çarpışmasından bedenlerin çarpışması doğar.”

Üniversitelerde eğer farklı düşüncelere yer verilmeyip bunlardan sürekli kaçılırsa, o zaman bu müesseselere gerek kalmaz. Belki bu düşünceler, yeni nesillere, ortaöğretimde daha iyi ve kolay ezberlettirilebilir; kafaların tekrar dört yıl boyunca yorulmasına gerek kalmaz.

Üniversitelerin esas kuruluş amacına ulaşması için en aykırı düşüncelerin buralarda serbest bir şekilde ifade edilmesi ve tartışılması gerekir. Bir düşüncenin doğru olup olmadığı ya da ne derece doğru olduğu o düşüncenin alabildiğine tartışılması ile ortaya çıkar. Tartışılamayan düşüncenin doğru olduğu nasıl anlaşılabilir ki?

Düşüncelerin tartışılmadığı ve tek tip düşüncenin savunulduğu yerde düşünceden söz edilemez, belki belli bir düşünceye inanmaktan söz edilebilir. Çünkü tartışılamayan şeye inanmak lazımdır. Oysa düşüncede inanmak değil akıl, doğru bir mantık ve ispat önemlidir.

Bilgi için de ayni şeyleri söyleyebiliriz. Eğer üniversiteler Batı ya da doğunun ürettiği bilgileri alıp aynen uyguluyorsa onları taklit ediyor demektir. Ne kadar iyi taklit etmeyi başarırsa o kadar iyi taklitçi olur, fakat asla bilgi üretmiş olmaz. Bilgi üretenler taklit yapmayanlardır. Bizim üniversitelerimizde yapılmayan şey işte budur.

Bilgi bir dereceye kadar öğretiliyor, fakat asla üretilmiyor.  Bunun temel nedeni düşünce ve bilgiyi tekel altına alma çabasıdır; taklitçiliği şiar edinmektir; beyin tembelliği hastalığına yakalanmış olmaktır. Oysa bizim asıl, üretmeye iman etmemiz gerekir. Taklide yaklaşmamamız, başkalarının ürettiği düşünce ve bilgileri daha ilerisine gitmek için öğrenmemiz gerekir. Üniversitelerden beklenen hizmet şudur: Taklidi bırakıp üretime geçmek… Bilgide üretim, düşüncede üretim… Sanatta üretim… Zenginlik, kalkınma ancak bu üretimle gerçekleşebilir. Üniversitelerin asli görevi budur.

Üniversitelerin bu asli göreve dönebilmesi için, akademisyenlerin ve yöneticilerinin, mutlaka ülkeyi yönetmekle meşgul olmaktan vazgeçmesi ve kuruluş felsefesine uygun bir çizgide dengeli bir şekilde yürümesi gerekir. Bilgiyi yönetmesi gerekir; bozuk olan kafalardaki programları düzeltmek için yoğun çaba göstermesi gerekir.

Bunun için insanların ayağına ne giydiği, başına ne örttüğü ile meşgul olma yerine o başlarda yeni bilgi ve düşüncelerin en hızlı bir şekilde nasıl üretileceğinin, bu üretim programlarının kafalara nasıl yerleştirileceğinin yolları vakit geçirmeksizin araştırılmalıdır. Allah’ın verdiği harika beyin makineleri iptal edilmemeli, devreden çıkarılmamalıdır. Yoksa bunun sorumluluğu çok büyüktür.

Artık beklediğimiz yeter, bilgi ve düşünce üretmeye başlayalım. Yeni YÖK başkanımız Sayın Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın ilk açıklamaları bize bu yolda bize umut vermiştir. Onun Üniversiteleri bu çizgiye taşıyacağından eminim. Kendisini en içten duygularımla tebrik ediyor, başarılar diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi