Kafayı çalıştırmak
İslam dünyasında, başlangıçta toplumda ortaya çıkan herhangi bir meselenin çözümü için kayıtsız şartsız bir şekilde içtihatta bulunularak toplum sorunları çözülerek rahatlatılıyordu. Ancak, büyük mezhep imamlarından sonra bu mutlak anlamda içtihat durmuş, daha sonra tartışma konusu olmaya başlamış ve bu konuda maalesef olumsuz tavırlar ortaya konmuştur. Dolayısıyla, içtihat kapısı genişleyememiş, tersine insanların himmetleri azalmış, cesaretleri kırılmış ve belli bir süre sonra bu kapı tamamen kapanmıştır yahut içtihat kapısının kapalı olduğuna toplum inanmaya başlamıştır. İslam dünyasının bugün içine düştüğü acıklı manzara işte bu olumsuz tavır sergileyen anlayışların sonucudur. Aslında içtihat; Müslümanların elinde toplumsal sorunların çözüme kavuşturulması, dolayısıyla hayatın yenilenmesi için çok güçlü bir metottur. Bunun özeti, toplumsal sorunların çözümünde kafa yorarak düşünce üretmek ve topluma çıkış yolları göstermek demektir.
Gerçek anlamda düşünürlerin yetiştirilmesi, İslam dünyası için çok önemli bir vecibedir. Ancak bu düşünürlerin yetişmesi sanıldığı gibi kolay değildir. Düşünce ortam ister. Her şeyden önce düşünen kafaların her yönden bağımsız olmaları gerekir. Bağımsız olmayanlar düşünür olamazlar. Çünkü belli şahıs ya da guruplara mensup olan kişiler tam özgür olamazlar. Bunlar ancak, bağımlı oldukları kişi ya da düşünce guruplarının düşündüklerini tekrarlayabilirler; onların düşündüklerini düşünebilirler. Yani düşünemezler. Sadece taklitçi olurlar. Başka bir ifade ile başkalarının düşünce ürünlerini pazarlamakla meşgul olurlar. Düşünmenin en amansız düşmanı ise işte bu taklitçiliktir. Çünkü taklitçilik düşünmemek demektir. O halde şunu ifade etmeliyiz ki, düşünmenin ilk şartı kafayı çalıştırmaktır. Kafayı çalıştırmanın birinci şartı da bağımsız ve özgür olmaktır.
İçtihat kapısı aslında kapanmış değildir. Şia’ya mensup Zeydî ve Caferîlerde içtihat günümüze kadar devam etmiştir. Onlar içtihat kapısını açık tutmuşlar bu sebeple tarih içinde sürekli olarak gelişme kaydetmişlerdir. Başlangıçta çok küçük bir azınlığı teşkil eden bu mezhepler içtihadın diri tutulması sayesinde kendilerini geliştirmişler, mensuplarını çoğaltmışlardır. Çünkü gerek Zeydîlerde gerekse Caferîlerde her asırda, yaşayan müçtehitleri taklit etmek vaciptir. Onlara göre ölmüş olan müçtehidi taklid etmek caiz değildir.
Şu noktaya da işaret etmeliyiz ki; başlangıçta içtihat devlet işi idi. İlk müçtehitler devlet tarafından görevlendirilen sahabe ve tabiûn neslindendi. Hz. Peygamber’in içtihat izni verdiği iki sahabî Muaz b. Cebel ile İbn Mes’ud birer vali idiler. Bunlar aynı zamanda Hz. Peygamber’den sonra ki Medine site devletinin şura üyeleri idiler. Hz. Ömer bir devlet başkanı idi. İbn Abbas bir vali idi. Bu gibi örneklerden anlaşıldığına göre, ilk müçtehitler resmi sıfatı haiz kişilerdi. Daha sonra yönetim biçiminin hilafetten saltanata dönüşmesi ile içtihat olayı da inkıraza uğramış, dolayısıyla içtihat sivil inisiyatifin elinde kalmıştır. Hilafet döneminde üretilen içtihatların bereketiyle içtihat hareketi ancak Ahmed b. Hanbel’e kadar sürmüştür. Bundan sonra mutlak anlamda içtihat hareketi tarihe karışarak yerini taklide bırakmıştır. Kanaatimizce içtihat hareketinin yeniden canlanabilmesi için mutlaka devlet tarafından desteklenmeli ve devlete ait bir bağımsız kurum tarafından yürütülmelidir. Aksi durumda İslam fıkhı canlılık kazanamaz, ölmüşlerin fıkhı olarak devam etmeye mahkûm olur. Bu noktaya ulaşıncaya kadar ilim ve düşünce adamlarının ferdî gayretlerle bu boşluğu doldurma çabasını sürdürmeleri gerekir.
Hayatın hangi alanında olursa olsun, düşünce üretmenin yolu olayların içinde bulunmak ve sürekli olarak kafaları çalıştırmaktan geçer. Bir fabrikanın yeterli ürün verebilmesi için nasıl gece gündüz demeden sürekli çalışması gerekiyorsa, toplumun sorunlarını çözmeyi kendilerine dert edinenler de olaylar hakkında kafalarını çalıştırarak düşünce üretmelidirler. Toplumu kurtarmanın yolu düşünceyi zenginleştirmekten geçer. Düşünceyi zenginleştirmenin yolu da kafayı çalıştırmaktan geçer. Bir radar çalıştığı zaman nasıl ki alanına giren cisimleri yakalıyorsa, çalıştırılan kafalar da böyledir. Hatıra gelen düşünceleri yakalama imkânına sahip olurlar.
Araştırmacılar, yazarlar, romancılar, fıkracılar, sanatçılar ve her mesleğe mensup olanlar kendi alanlarında eğer kafalarını sürekli çalıştırabilirlerse bol miktarda üretim yapma şansını elde ederler. Bu metodu uygulayabilenler hayat boyu hiç konu sıkıntısı çekmezler. İşte düşüncenin zenginleştirilmesinin yolu budur. Toplumu zenginleştirmenin yolu budur. Kalkınmanın ve değişip gelişmenin yolu budur.