Faruk Çakır

Faruk Çakır

‘Hapse girmek’ şart mıdır?

‘Hapse girmek’ şart mıdır?

Konuşmanın ve yazmanın insanın başına iş açtığı ülkelerden biri de Türkiye’dir. “İkra/Oku” emrine muhatap olan insanoğlunun; okumayı, yazmayı ve düşünceyi ifade etmeyi ‘suç’ kabul etmesi elbette sadece günümüzün problemi değildir.
Geriye doğru baktıkça yazanların, okuyanların ve düşüncesini ifade edenlerin pek çok defa suçlandığına şahit oluruz.
Bahsini ettiğimiz, hakaret içermeyen yazı ve ifadelerin suçlanmasıdır. ‘Tek parti’ devrinde yaşananlar bir yana, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında yapılanlar unutulabilir mi? Yakın zamana kadar silâhlarla birlikte kitaplar da ‘suç âleti’ olarak teşhir edilmiyor muydu?
Türkiye’yi idare edenlerin sergilediği bu tavır, cemiyette ‘okuma’ya karşı bir tepkinin oluşmasını da beraberinde getiriyor. Hele hele, ‘resmî görüş’e zıt düşünceleri ifade eden; kitap, dergi ya da gazeteleri okumak ‘tehlikeli’ hale geliyor. Resmî zevatın yaydığı bu hava o noktaya varıyor ki, insanlar hac ve umre ziyaretlerine giderken bile ‘özel firmalar’ı tercih etmekte şüpheye düşüyorlar. “Acaba, zarar eder miyim?” düşüncesi hâkim oluyor.
Medya, biraz da muhalefet etmek üzerine kurulur. Bu sebeple iktidarlar çoğunlukla medya ile arayı ‘iyi’ tutmaya çalışır, olmazsa da ‘kavga’ eder. Son günlerde de medyanın ‘özgür’ olmadığı, baskı altında olduğu yönünde ciddî tartışmalar yaşanıyor. Zaman zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi; bu konu çok su götürür. Bir pencereden bakılınca medyaya ‘çok özgür,’ başka bir pencereden bakılınca da ‘medya baskı altında’ demek mümkün. Mesela, medya her türlü müstehcen yayınları, alkollü içki reklamlarını yaparken sonuna kadar ‘hür’. Kanunlar aksini emretse de, böyle yayınlara ‘dur’ diyen hiç bir ‘yetkili’ yok.
Öte yandan medyanın ‘hukukî baskı’ altında olduğu söylenebilir. Kamuoyunun yakından takip ettiği ‘meşhur dâvâ’larla ilgili olarak yüzlerce, hatta binlerce dâvâ açılmış durumda. Bazı gazeteciler için toplamda 500 yıl hapis cesası isteniyor. Bu tabloya bakınca problemi inkâr etmek mümkün mü?
Burada şu noktaya dikkat çekmek lâzım: Baskıdan asıl şikâyetçi olması gerekenler yeteri kadar şikâyetçi olup seslerini duyuramazken, şikâyet etmeye hakları olmayanlar gürültü kopartıyor. Elbette kimin neden şikâyet edeceğine karar verecek değiliz, ama geçmişte bunca gazeteci olur olmaz iddialarla yargılanırken susanlara ne demeli?
Türkiye’yi idare edenlerin düştüğü bir yanlış var: “Basına baskı”nın varlığını kabul için çok sayıda gazetecinin hapse girmiş olmasını bekliyorlar. Gerçekten bu ‘şart’ mıdır? Gazetecilerin, yaptıkları haberler ve yazdıkları yazılardan dolayı takibata uğraması, yargılanması da bir tür ‘baskı’ değil mi? Hele 28 Şubat sürecinde yaşananlar... Düşünün, “Başörtülü kızları okula almayanlar suçludur” anlamındaki bir ifade, “görevini yapan memura hakaret” ya da “suç işlemeye teşvik” gibi gerekçelerle dâvâ konusu olmuştur. Aynı şekilde, “TSK, irtica sendromundan kurtulmalıdır” şeklindeki bir tesbit, “Sendrom tıpta ‘hastalık başlangıcı’ anlamına gelir. O halde TSK’ya hakaret edildi” yollu değerlendirmelerle DGM’lerde yargılandı...
“Sırf yazılarından dolayı hapis yatan yoktur” tesbiti (doğru olup olmadığını bilemiyoruz) doğru olsa bile, “sırf yazılarından, haberlerinden dolayı yargılamaları devam eden gazetecilerin” ciddî mağduriyetlerle karşı karşıya olduğunu görmezden gelemeyiz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi