İnsanlık ortak değerler etrafında toplanıyor!
Hak ve hürriyetlerin yanında insanlığın ulaştığı önemli bir diğer merhale de şudur: Ortak değerler etrafında toplanmak!
Bu gerçeği, bir zamanlar, Alman ve Protestan Kiliseleri Ruhânî Meclis Başkanı Manfred Kock, “Tek Allah inancımız aynı, ortak değerler etrafında birleşelim...” (Yeni Asya, 10.1.2000) şeklinde ifade etmişti. Öte yandan, ABD’nin eski Başkanı Bill Clinton, Ocak 2000’de, Müslüman toplulukların liderleriyle yaptığı bayram kutlaması toplantısında, aynı düşünceleri, başka bir üslûpla seslendiriyordu:
“Dünyada dört kişiden birisi Müslümandır. Kur’ân’ın beni en etkileyen yönü, ‘Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki toplum hayatındaki münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize yardımlaşasınız. Yoksa, sizi, birbirine yabanî bakıp, düşmanlık besleyesiniz diye kabile kabile yapmadım’ (Hucurât, 13.) âyetidir. Birlik noktalarımız var.”
Bunlar asla yabana atılacak bir gelişmeler değildir. Hiç şüphesiz, bu sözleri onlara söylettiren, önemli hâdiseler yaşanmıştır.
AB’nin “genişleme politikası” ile 1993 yılından bu yana özellikle Doğu ve Orta Avrupa ülkelerine aldırdığı mesafe ile bütün mâlî yükü ve handikaplarına rağmen “istikrar ve refahı arttırma” hedefini de güttüğünü görüp kabul etmek gerekir. Öte yandan AB, Türkiye’ye gibi bir İslâm ülkesinin mânevî değerlerine; Türkiye ve İslâm âlemi de, AB’nin, yâni batının teknik, teknolojik desteğine muhtaç.
Unutmayalım: Hıristiyanlık ile Müslümanlığın bir çok değerleri ortaktır. Bu ortaklıkta buluşmanın adreslerinden birisidir işte AB.Kim bilir, belki de, yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye’nin AB adaylığı kararı, “Âhirzamanda güneşin batıdan doğuşunun” mânevî yorumunun ayak sesleridir.
Kur’ânî ve Peygamberî ihbar ve işâretlere dayanan Bediüzzaman’ın, “Hakikî dindar Hıristiyanlarla dost olunabilir; ittifak yapılabilir...”, “Hıristiyanlık hurâfât ve tahrifattan sıyrılarak İslâmiyete inkılâp edecek...”, “Beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur’ân’a tâbi olur, ittifak eder” tarzındaki enteresan tespitlerinin başlangıç noktası saymaya ne engel var?
AB üyeliğinin ülkemiz açısından bir başka önemi de var: Türkiye’deki demokrasiyi kemâliyle işletmek; dâhilî dinamiklerle mümkün görülmüyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin AB’ye dahil olması, kaçınılmaz görünmektedir. Bugün gelinen noktada, “I. ve II. Avrupa ayırımı”nı yapmadan, Hıristiyan âleminin tarih boyunca geçirmiş olduğu merhaleleri ve tevhîde doğru almış olduğu yolu hesaba katmadan Batı’ya karşı gelmenin geçerli bir yol olmadığı da anlaşılmış bulunmaktadır.
İçimizden çıkan dünya çapındaki irfan ve tefekkür dehası Bediüzzaman’ın, Kur’ân ve Sünnet ışığında, hak, hürriyet, demokrasi, cumhuriyet, Avrupa, “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmek...”, “Yahûdi ve Hıristiyanlarla dost olmak” ve benzeri bütün bu hassas meselelere getirmiş olduğu orijinal yaklaşım, izâh ve bakış açıları da, herhalde, bunu idrakte önemli bir rol oynadığı inkâr edilemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.