Japonya’da deprem, Türkçe’mizde zelzele!..
Eskiden zelzele diyorduk. Zelzele Arapça asıllı bir kelime. Sonra, teprenmek kelimesinden deprem kelimesine geçtik. Teprenmek kımıldamak, hareket etmek demektir. Bugün, yurdumuzun birçok bölgesinde, önümüzde, yanımızda, arkamızda duran kimseler durmadan hareket ediyorlarsa, kıpırdıyorlarsa, onlara, teprenmeyin! deriz. Veya etrafımızdaki kimselerin hareket etmeleri için: Tepreşin biraz diye sesleniriz.
Japonya’da meydana gelen büyük deprem felaketini, ben de televizyon ekranından ürpererek, dehşet duyarak seyrettim. Aynı zamanda çok şaşırdım da. Çünkü ilgililer, Japonya depreminin 8.9 şiddetinde olduğunu söylüyorlardı. Siz de şaşırmaz mısınız Japonya’da 4 dakika devam eden 8.9 şiddetindeki deprem dört yüz kişinin, haydi bilemediniz bin kişinin ölümüne sebep oldu. Acaba aynı şiddetteki bir deprem İstanbul’da meydana gelseydi kaybımız nereye varırdı? Yine yetkili kişilerin açıklamalarına göre, binalarımızın yüzde altmışı yıkılırdı. İstanbul’da on iki milyondan fazla insan yaşıyor. Demek ki birkaç milyon insanımız da enkaz altında kalırdı.
Japonya’yı depremden ziyade, zaman zaman on metreye yükselen dev dalgalar vurdu, devirdi, ezdi, sürükledi. İnsan kaybı, daha ziyade tsunami denilen o canavar dalgalar yüzündendir. Siz de dikkat etmişsinizdir, deprem esnasında, mağazaların raflarından, masaların üstlerinden düşen, kayan, yuvarlanan eşyalar oluyordu ama koskocaman binalar çökmüyordu. İşte size utanç yüklü bir soru: Türkiye’de, 1999 yılında Sakarya şehrimizde ve çevresinde 7.8 şiddetinde bir deprem, binlerce evimizi toprağa yapıştırdı. Peki aynı şiddetteki bir deprem neden Japonya’da 7-8 kişinin yaralanmasıyla duruyordu da Türkiye’mizde 30 bin canımızı, cananımızı altına alıp kuduruyor? Neden? Milyon kere haşa: Allah Müslüman Türk’ün düşmanı mıdır?
Sebebini ben size söyleyeyim mi? Deprem veya zelzele, önce bizim Türkçe’mizde meydana geldi, getirildi.
Dünyanın her tarafında olduğu gibi, bizde de insanlar, kelimelerle düşünüyor, kelimelerle konuşuyorlar. Şimdi dikkat buyurun: Japonya’da 8 yıllık ilköğretimden geçen çocukların ders kitapları 42 bin kelimeyle yazılıyor. Biz de ise bu rakam 6-7 bin civarındadır. Ve bizim sevgili çocuklarımız da bu 6-7 bin kelimenin %10’uyla düşünüp konuşmaktadırlar.
Düşünün lütfen 42.000 kelimeyle okuyup yazan Japonlar mı daha iyi düşünecekler, ilimde, irfanda, teknikte daha ileri gidecekler; yoksa 5-6 yüz kelime içine sıkışıp kalan bizim insanlarımız mı?
Japonya’da bir yılda basılan kitaplardan bin kişiye bin kitap düşüyor. Bizde, bin kişiye düşen kitap miktarı sadece yedidir, yedi, yedi. Japonya’da bir kişi (ortalama olarak) bir yılda 24 kitap okumaktadır. Türkiye’de, ömürleri boyunca bir tek kitap okumayan milyonlarca insanımız var. Japonya’da 5-6 bin kişiye bir kütüphane düşüyor, bizde ise 64.000 kişiye bir kütüphane!
Evlerimizin %95’i kitapsız ve kütüphanesizdir. Millî Eğitim Bakanlığımız, annelerimiz, babalarımız bizi, dil fukaraları olarak yetiştiriyorlar. Bizim insanımızın, idarecimizin, düşünme kabiliyeti olmadığı için, gidip dere yatağına ev yapıyor! Zemin araştırması yapmadan, mantar gibi çürük alanlar üzerine şehirler kuruyoruz. Bir evin depreme dayanıklı olması için demiri, çimentosu, kumu, yüksekliği ne olmalıdır? sorularının cevabını vermeden işe koyuluyoruz. Sonra da yaptıklarımızın altında yok olup gidiyoruz. Peki ama niçin? Çünkü düşünemiyoruz. Düşünmek, kelimelerle olur. Zelzele veya deprem, önce bizim Türkçe’mizi vurdu. Kaybımız ondandır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.