İki güney komşumuz
Yarın ve öbürgün Başbakan Erdoğan Irak’a, hiç mübâlagasız “târihî” sıfatını verebileceğimiz bir ziyâret gerçekleştirecek.
Bu sıfatın sebebi, bir Türk başbakanının ilk defâ olarak Şiî Bölgesi’ndeki Necef Şehri ile oradaki Hazret-i Ali Türbesi’ni ve yine ilk defâ olarak Kürdistan Özerk Bölgesi’nin Başkenti mesâbesindeki Erbil’i de gezi kapsamına almış olmasıdır. Tabii ülkenin asıl başkenti olan Bağdad’ın ardından!
Bu durum birkaç aydır âdetâ çıplak ayakla keskin ustura ağzında bir yerini kanatmadan rakseden Türk Hâriciyesi için, yine raks metaforunu kullanırsak, yeni bir figür denemesi gibidir. Çünki burada verilen mesaj, hem Batı’ya hem İran’a verilen mesaj sarihdir:
Ben Türkiye olarak Irak’daki “bütün” unsurlara eşit uzaklıkda, daha doğrusu eşit “yakınlıkda” duruyorum! Nokta!
Gerek Tahran gerek Brüksel ve gerekse Washington’un bunu doğru anlayıp değerlendiremeyeceğine ben pek ihtimâl veremiyorum. Belki Paris bunu anlamakda zorlanır zîrâ orada direksiyonu tutan, yâhut tutduğunu zanneden şahıs sâdece boyu değil görüş mesâfesi de kısa biri.
1514-1918 arası Osmanlı idâresinde kalan Irak gerçi politik antite olarak sun’î/uyduruk bir yapı ve İngiliz müstemlekeciliğinin mârifeti ama bugün artık birlik, berâberlik ve istikrâr içinde olması Türkiye için hayâtî ehemmiyeti hâiz. Sâdece uçsuz bucaksız ekonomik işbirliği imkânları dolayısıyla değil kültürel ve beşerî yapısından ötürü de. Şu rakamlara bir gözatalım:
438.317 km2, 31 milyon nüfus ve bunun %70/75 kadarı Arab, %15/16’sı Kürd, %5’i Türk, %5’i daha küçük diğer nasyonaliteler.
Dînen %69 Şiî (Arab/Türk), %33 Sünnî (Arab/Kürd/Türk) ve %2 kadar Hıristiyan (sür’atle azalıyorlar).
Bu yapı dağılırsa nasıl misketli bir bombanın patlaması etkisi yapacağını ve İran’ın da yangına körükle gitmesi sonucu bölgenin nasıl bir kan ve ateş cehennemine döneceğini kestirmek için pek de keskin bir zekâya gerek yok sanıyorum.
Eğer bir hamâkat olimpiyadı düzenlenseydi ilk altın madalyayı göz kırpmadan George W. Bush’a verirlerdi herhalde.
Fakat tehlike maalesef bununla sınırlı değil. Yine güney sınırdaşımız Sûriye de bir cadı kazanına dönüşmek üzere. Hem de tam Türkiye ile Sûriye, binlerce yıllık târihin bir gereğini, bir emrini yerine getirerek ekonomik ve kültürel bakımlardan bütünleşmek üzereyken! Mısır’la Anadolu (Hititler) arasındaki Kadeş Meydan Muhârebesi’nin 3.000 küsur yıl önce Sûriye uğruna yapıldığını hatırlayalım!
Sûriye de bir barut fıçısı, çünki geçmiş günahların gölgesi uzundur ve Baba Esad’ın kefâretini şimdi Oğul Esad ödeyecekdir!
Burada durum belki daha bile karışık:
185.180 km2 toprak, 20,1 milyon nüfus, %75 Sünnî, %15 Hıristiyan, %6 Alevî (Nuseyrî), %2 Dürzî, %1 Şiî.
Ülkeyi “demir pençe” ile yönetenler bu Alevîler ki Esad Âilesi de onlardan.
Sûriye 1260-1918 arası Türk hâkimiyetinde kaldı (önce Kölemen sonra 1516’dan îtibâren Osmanlı).
Türkiye ile Sûriye’nin 822 km. ortak sınırı var.
Şimdi, tam ekonomik ve kültürel bütünleşme son hızla ilerlemeye başlarken güney komşumuz fokurdamaya başladı.
Biz daha bunu çok konuşacağız gibi...