AK Parti’de eksik olan!..
Refah ve Fazilet partilerinin kapatılma süreçlerini en yakından takip edenler arasındayım.
Bugün de AK Parti hakkında böyle bir süreç işlemekte.
Ve ben yine yakın takipteyim.
Net olarak şunu ifade edebilirim ki; bilhassa RP sürecindeki “heyecanın” binde biri dâhi yok AK Parti’de.
Siz de hatırlarsınız;
Davanın her aşamasına müthiş bir ilgi vardı,
Sadece siyasi yasaklılığı istenenler değil, Refah Partili vekillerin tümü gelişmelere odaklanmıştı.
Herkes elindeki malzemeye bakıyor, girip çıktığı yerlerden “Refah’ı kurtarmaya” ya da “Peşin hükümlü mahkeme üyelerini zor durumda bırakmaya” yarayacağını düşündüğü belgeleri, bilgileri Genel Merkez’e ve bu arada biz gazetecilere taşıyordu.
AK Parti’de ise acayip bir durgunluk var.
Kendilerini Meclis’e taşıyan Genel Başkanları “derin sol”un yaylım ateşi altındaymış, parti giyotine gidiyormuş o kadar da umurlarında değil sanki!..
Ve hatta bazıları “Biz bunu hak etmiştik” tavrında ya, “delikanlılığın” isyan ettiği nokta!..
İşte, bakın şu “TAKSİM” tartışmalarına…
Dün grup toplantısındaydım.
Başbakan, “derin sol terörü”nün bütün boyutlarını net olarak ortaya koydu.
Hükümetin yüzde yüz haklı olduğu bir mesele;
Sol iktidarlar döneminde Taksim’in 1 Mayıs gösterilerine kapalı olmasını mesele yapmayan marjinal gruplar ve yasa dışı örgütler, devlete resmen kafa tutuyorlar.
Ellerinde taşlar, sopalar, molotof kokteylleri: “Ben istediğim zaman istediğim yerde miting yaparım” havasında!
Niyetlerinin ne kadar kötü olduğu maskeyle gelmelerinden belli…
Hükümet bunlara müsaade ettiğinde ve güvenlik birimlerine ulaşan istihbaratlara uygun olarak “Taksim kana boyandığında” ne olacak?!.
Olacağı belli: Onun da faturası hükümete çıkacak.
Efendim, “Hükümet izin verse ne olurdu ki?..”
çok şey…
“Provokasyon” bir yana… Başbakan’ın da ifade ettiği gibi, Taksim “daimi miting alanı” hâline gelirdi!..
Ayda en az dört gün “Taksim Mitingi!..”
öyle ya, 1 Mayısçılara izin ver;
Sözgelimi, “Başörtüsüne özgürlük mitingi” yapmak isteyenlere verme!..
Olacak şey mi?..
Evet, Hükümet doğru olanı yaptı. Başbakan da bu doğruyu savunuyor.
Ve bakıyoruz, yalnızca O savunuyor!..
çıkıp da, derin sol şirretliğine muhatap olmayı göze alan bir başkası yok gibi.
Ya da karşımızdaki “tek kişilik bir parti” gibi!..
Bütün önemli lafları O söyleyecek, tepkilerin alayını O göğüsleyecek!..
Bir Tayyip Erdoğan var, gerisi birer “figür” sanki!..
Efendim, böyle bir durum işte…
AK Parti’ye, Başbakan’a yönelik saldırılar, çoğu AK Partilinin umurunda değil…
Genel Başkan Erdoğan’ın konuşması sırasında ve sonrasında şöyle bir nabza baktım,
Yok!..
Atmıyor!..
ölü misali!..
Vekillerin çoğu öyle…
“Kapatılacak olan kendi partileri değilmiş” gibi… Bir donukluk var.
Bu tespitimi, grup toplantısı sonrasında ziyaret ettiğim -ismi bende saklı- bir AK Parti yöneticisiyle de paylaştım.
İlginç:
“Haksız sayılmazsın” dedi!..
“Niçin böyle” diye sordum…
Şöyle cevap verdi: “AK Parti ile hâkim kadronun geçmişte mensubu bulunduğu siyasi oluşumu (Milli Görüş) karşılaştırmamak lazım. O bir ‘ideoloji hareketi’ idi… Bu, bir ‘merkez parti.’ O hareket mensuplarını motive eden malum faktörler vardı. AK Parti’deki motivasyon…”
—Evet, durdunuz…
—Herkes için geçerli değil ama…
—Evet?..
—Kişisel çıkarlarla ilgili!..
Mesele burada…
AK Parti, “kurumsal kimlik” olarak pek de bağlamıyor çoğu mensubunu…
Bakın, çok çarpıcı bir misal vereceğim: Geçenlerde AK Parti’nin “Genel Başkan Yardımcısı” unvanlı yöneticilerinden biriyle, Ankara’nın bir ilçesine gitmiştik.
Bizimki, orada bir araya getirilmiş 50-60 kişilik bir topluluğa, ekonomide neler yaptıklarını, ülkeyi nasıl istikrara kavuşturduklarını vesaire anlatıyordu.
Ki…
Sözünü, önlerde oturan bir bey kesti. Ve söylediklerinin gerçeği yansıtmadığını, esnafın perişan durumda olduğunu, tepkilerden dolayı kendisinin de güç durumda kaldığını söyledi!..
Adamı tanımıyordum, “Bağrı yanık vatandaşın biri olmalı da tepkiler niçin ona yöneliyor ki” diye düşündüm.
Meğer adam, AK Parti’nin İlçe Başkanıymış!..
Olacak iş mi, topluluğun içinde bozuyor Genel Başkan Yardımcısını!..
Bilemiyorum…
Milli Görüş dönemi olsaydı ve bir İlçe Başkanı, parti duayenlerinden birini topluluğun içinde böyle bozsaydı…
Vay hâline!..
Hayır, eminim ki böylesi hiç olmadı…
Zira orada bir bağlılık, heyecan, ruh vardı!..
Bu ise böyle bir parti…
Hele, şu son 22 Temmuz seçimlerinden önce, Recep Tayyip Erdoğan’ın partileşme çabalarına büyük katkıda bulunmuş olan ve onunla aynı dünya görüşünü paylaşan vekillerin tasfiye edilmesinden sonra…
İyiden iyiye “öyle bir parti” oldu!..
Merhum özal’ın “esas darbeyi”, “değişim olsun” diye baş tacı ettiği “Yılmaz ve adamlarından” yediğini biliyoruz…
O günlerde, telkinleriyle ANAP ruhunun yok olmasına sebep olan Semra özal, neden sonra, “En büyük hatamız Mesut’u taşımaktı” filan dedi ama… Faydası ne?
AK Parti de, geçtiğimiz seçimlerde bu kadar keskin değilse de bayağı “sarsıcı” bir değişim geçirdi…
Genel Başkan’ın değil de, onu yönlendiren ekibin rahatsız olduğu vekillerin çoğu, devre dışında kalırken yerlerini kimi “merkezciler” aldı…
Ve Vahit Erdem örneğinde olduğu gibi, ilk fırsatta “gemiyi terk edeceği” çoook önceden belli olan zatlar, sırf akreditasyonlarından dolayı hem de “ilk sıralardan” Meclis’e taşındı!..
Şimdilerde, kendi iradesiyle bir yerlere taşıdığı “sıradan adamlarca” sırt bölgesinden hançerlenmekte olan Sayın Erdoğan, kendi ayağının altındaki zemini kaydırmanın ne büyük bir hata olduğunu görüyordur mutlaka…
Görüyordur ama… Vakit çok mu geç acaba?..
Orasını kestiremiyorum da…
Şunu gördüğümü ifade edeyim ayrıntıya girmeksizin: “Sayın Erdoğan’ın başı cidden dertte…
Ve bu dert, iç kaynaklı daha ziyade!..”