Açık mektub

Açık mektub

Doğrusu açık mektub yazanlar orada zikretdikleri muhatablardan ziyâde kamuoyuna ulaşmak amacını güderler. Ama bâzen muhâtab yâhut muhâtablarının kim yâhut kimler olduğunu tam mânâsıyla kestiremedikleri için de bu yola başvurdukları vâqîdir.

İşte bu açık mektub onlardan biri:

Ergenekon ve Balyoz dâvâlarıyla ilgili Sayın Savcı ve Emniyetçiler!

Henüz basılmamış bir kitab ve onunla bağlantılı oldukları iddia edilerek tutuklanan iki gazeteciye dâir söylenmedik lakırdı kalmadı gibi. Burada şâyân-ı dikkat husus, bu dâvâların haklılığına şiddetle inananların bile bu iki gazeteci ve sözkonusu kitab bağlamında tereddüde düşerek gerekçelerin gizli tutulmasını eleştirmeleridir ki ben de bunlardan biriyim ve bu konuda iki kere yazdım. Bu üçüncüsü.

Ama burada, şimdiye kadar zâten defâlarca yazılıp çizilmiş olanları tekrâra kalkışmayarak ihmâl edilmiş bir başka husûsa değinmek istiyorum.

Bu gelişmenin Batı kamuoylarında uyandırdığı nâhoş etki ve ağızda bırakdığı buruk tada!

Sayın İlgililer!

Bir ülkede insanlar başka ülkelerde cereyân eden hâdiselerin ayrıntılarıyla fazla ilgilenmezler. ABD gibi bâzı ülkelerde bu ilgisizlik qâideten umursamazlık sınırlarını aşar. Ama Almanya ve Büyük Britanya gibi dünyâya daha canlı alâka gösteren toplumlarda bile kısıtlıdır. Örnek vermek gerekirse Türk okuyucusuna yâhut seyircisine Fransa’daki son yerel seçimler, Mösyö Bilmemkimin Madam Bilmemkime

Chalon-sur-Seine’de nasıl çalım atdığı vs. gibi teferruatla değil “Sosyalistler Sarkozy’yi Patakladı!” formatı içinde verilir. Almanya’daki seçimler için de bu böyledir.

İşte “İmamın Ordusu” kitabıyla Ahmet Şık ve Nedim Şener meselesi de Batı kamuoyuna aynen böyle yansıdı: “Türkiye’de ‘REJİM’ basılmamış kitabları toplatıp yazarlarını içeri tıkıyor!”

Burada işin aslı faslı (eğer öyleyse!) başka mıdır? O zaman neyin nesi kimin fesidir filan hep gümbürtüye gider ve bu hep böyle olacakdır!

Kendi meslek hayâtımdan bir örnek:

12 Eylül Ahlaksızları ve Kanlı Qâtilleri ortalığı kasıp kavururken ben Almanya’da mesleğimin en verimli zaman dilimlerinden birini yaşıyor, çünki hafta sekiz ben dokuz mütemâdiyen televizyon programları hazırlayıp radyo yorumları yaparak bu alçakların ne mal olduklarını anlatıyordum. O sıralar “free lancer” statüsündeydim ve aşağı yukarı kime ne teklîf etsem yayına giriyordu.

Vaktâ ki Özal geldi, işler belli belirsiz ama tedrîcen ve müsâvâtan düzelmeğe başladı, o vakit benim durumum da değişmeğe başladı. Zîrâ artık olumlu gelişmeleri de dile getirmeğe başlamışdım ve bu pek kimsenin ilgisini çekmiyordu.

Sayın İlgililer!

Mas-medya bir yamyamdır ve durmaksızın çiğ çiğ yiyecek insan eti ister.

Hattâ bir seferinde Turgut Özal’ı Atatürk’den bu yana gelmiş en önemli devlet adamı olarak nitelemişdim de denetleyen editör “Herr Atsiz, dinleyici bunlarla pek ilgilenmez.” diye beni frenlemişdi.

Kısacası, Türkiye’yi son derece kaypak ve tehlikeli bir zemîne sürüklüyorsunuz, Aziz Yetkililer!

Çünki kim ne derse desin bu YÜZDE YÜZ siyâsî bir dâvâdır!

Lütfen âcilen sarâhat!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi