Rüzgâr lobisi işbaşında
Nükleer enerjide nasıl geç kaldığımızı Kore’ye bakarak anlayabilirsiniz. Benzer tarihlerde yola çıkmış olmamıza rağmen, bugün hâlâ havanda su dövdüğümüzü görüyoruz. Bunun kuşkusuz birkaç nedeni var.
Yıllardır bu gerekçeler üzerinden karşı argümanlar üretildi. Ama asıl neden üzerinde hiç durulmadı. Nükleer enerjiye karşı olanların önemli bir bölümü (yoksa tamamı mı demeliydim?) bunun bir çevre felaketine neden olacağı kaygısıyla karşı durduklarını söylüyorlar. Oysa nükleerin tarihine baktığımızda, yalnızca iki önemli hadise meydana geldiğini, bunların da kaza değil kullanıcı hatalarından kaynaklandığını görüyoruz. (1979 Three Mile / 1986 Çernobil) Bugün ise ısrarla bu hatırlatmalar yapılarak (En son yaşanan Fukushima örneği tam da üzerine geldi) nükleerden vazgeçilmesi gerektiği yönünde karşı kampanyalar düzenleniyor. Peki ama nükleerden vazgeçmemizi isteyenler, yerine ne öneriyor? Yenilenebilir enerji kaynakları. Rüzgâr, güneş vesaireden enerji üreterek bunu yaygınlaştırmak istiyorlar. İlk etapta çok masum bir istek gibi görünüyor. Gözümüzün önünden akıp giden doğal kaynakları enerjiye dönüştürmek. Sanki bunu yapmamak enayilikmiş gibi gösteriliyor.
Dedik ya, çok masum bir talep...
mi acaba?
¥
Yenilenebilir enerji, Türkiye’ye, ağırlıklı olarak Almanya’dan pompalanıyor. Çevre örgütleri oradaki tartışmaları getirip Türkiye’ye uyarlıyor, akademisyen karşılaştırmalarını Almanya-Türkiye üzerinden yürütüyor. Söz konusu teknolojik dönüşümü tamamlamış kabul edilen Almanya’nın bu hususta aldığı mesafe ballandırıla ballandırıla anlatılıyor. Bir enerji uzmanı değilim. Dolayısıyla, yenilenebilir enerji kaynaklarının, nükleerden vazgeçmeye değer olup olmadığı konusunda ahkâm kesmeyeceğim. Bu karşılaştırmayı bu işin üstatları zaten yapmış durumda. Ben dikkatinizi başka bir noktaya çekmek istiyorum. Bir ülke, neden Türkiye’nin iyiliğini istesin?
¥
Önce Türkiye’deki rüzgâr türbini haritasına bakalım isterseniz.. Balıkesir’den Manisa’ya, Hatay’dan Mersin’e İzmir’den Aydın’a kadar Türkiye’nin dört bir köşesinde çeşitli büyüklüklerde rüzgâr türbinleri zaten kurulmuş faal durumda. Ancak bu türbinlerin üreteceği/ürettiği enerji hatırı sayılır miktarda değil. Gerek mevcut yapıların hatırı sayılır miktarda enerji üretmesi gerekse yeni türbinlerin yapılması için teknoloji yenilenmesi ve transferi şart.. Sadece rüzgâr kulelerinden ibaret değil türbinler. Pervanesi ayrı sektör, kanatları ayrı sektör, inşası montajı ayrı sektör, lojistiği ayrı sektör, korozyon önlemesi ayrı, vitesi-rulmanı ayrı sektör bu enerji türbinlerinin.. Ve çok yeni bir alan olduğu için bazı firmalar bu konuda adeta tekel.
¥
Bakın şimdi anlattıklarımın tümünü unutun. Sizinle birlikte bir ufuk turu yapalım. Almanya’da bir firma düşünün. Rüzgâr türbini üretsin. Bütün Almanya’ya da o firma satsın rüzgâr türbinlerini. Ve bu fabrikayı kurmak için de birtakım yatırımlar yapmış olsun. Tanesi 500 bin euro’dan az olmayan o yel kulelerini üretip üretip satsın. Peki ya, Almanya’nın dönüşümü tamamlandıktan sonra, o firmanın yaptığı yatırım ne olacak? Koca fabrikayı ne yapacak o firma? Elbette her akıllı tüccar gibi kendine yeni pazarlar arayacak. Henüz yoluna hangi enerji kaynağıyla yürüyeceğine karar verememiş ülkelerde lobi faaliyetleri yapacak. Birtakım akademisyenleri yanına çekecek. Sivil toplum örgütleri eliyle “temiz enerji” protestolarını finanse edecek. Biz saf saf, Kazım Koyuncu’yu anarken, onlar bize ürün satmanın telaşını yaşayacaklar. Nükleer karşıtı kampanyanın arkasında Petrol Lobisini arayanlar çok haksız değiller kuşkusuz. Ama unutmamak gerekiyor ki, petrol lobisi kadar bu işe emek veren en önemli yapı, rüzgâr lobisi.. Kalın sağlıcakla..