Türkiye’nin cesur hamlesi
Neresinden bakarsanız bakın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Irak ziyareti, bölge tarihinde bir milat. Erbil-Bağdat-Necef üçgeninde gerçekleşen ziyaretin, gerek semboller, gerek verilen mesajlar, gerekse de zamanlanma açısından iyi planlandığını söyleyebiliriz.
Türkiye’nin Irak’a bakışında sıkça vurgulanan ‘toprak bütünlüğü’ meselesi, bu ziyaretle birlikte tarihe mi karışıyor? Başka bir ifadeyle Ankara, Irak’ın üçe bölündüğünü fiilen kabullenmiş mi oluyor?
Bölgenin dengelerine ve Türkiye’nin 2006’dan itibaren uyguladığı politikalara bakıldığında, öncelikle bu soruların doğru olmadığını ifade etmekte yarar var. Doğru soru şöyle olabilir: Türkiye, gerek Irak’ta gerekse bölgede ortaya çıkan yeni dengeleri ve çatışma alanlarını dikkate alarak cesur bir hamle mi yapıyor?
Erbil’de konsolosluk açmamız, ardından başlayan yoğun trafik ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ziyaretleri, bu yeni politikanın güçlü işaretleriydi. Ama Başbakan Erdoğan’ın Erbil’e gidişi ve ortaya çıkan kareler, şu güne kadar adı konulmayan bir sürecin hız kazandığını gösteriyor. Ankara, önüne çıkan büyük fırsat alanında, sorunları daha geniş bir coğrafyada göğüsleme konusunda dev bir adım atıyor. Bu paranteze sadece Kürt meselesini almak, doğruluk payı olsa da yetersiz bir yaklaşım.
Paranoyadan gerçeğe K. Irak
Mısır, Tunus, Libya ve daha pek çok ülkede ortaya çıkan ‘yeni’ durumun, Ankara’da bir hayli dikkatle izlendiği malum. Ancak bu geniş alanda özel ilgiyi hak eden iki önemli ülke, Irak ve Suriye. Zira Türkiye’nin bu iki ülkede olup biteni kendi aleyhine sonuçlar üreten bir karakterden çıkarıp, kendi gücüne dönüştürecek hamleler başlatmasının tarihi çok da eski değil.
Söz konusu bölge Kuzey Irak olunca, Ankara’nın yakın tarihe kadar nasıl bir endişeyle burayı takip ettiğini hepimiz hatırlıyoruz. Kuzey Irak’ta ortaya çıkabilecek bir Kürt devletinin, bizi nasıl etkileyeceği, hatta kendi içimizdeki bölünme tehdidini daha da derinleştireceği, uzun süre gündemin merkezinde yer aldı. Daha kötüsü, Ankara’nın tuhaf alışkanlığı olan ‘güvenlik merkezli’ dış politikanın devamını da bu ‘paranoya’ besledi.
2006’nın son Milli Güvenlik Kurulu toplantısını bu anlamda bir başlangıç saymak gerekiyor. Irak’taki tüm gruplarla diyalog kurmayı öngören yaklaşım; sabırla, ilmek ilmek bizi bugüne taşıdı. Erbil’de, Bağdat’ta, Necef’te coşkuyla karşılanan Tayyip Erdoğan, böyle bir çalışmanın ve gayretin sonucunda bölgeye güçlü mesajlar verdi.
Necef, Sistani ve Şii Araplar
Başbakan’ın ziyaretinde en çok dikkatimi çeken, Necef’te Şiilerin Irak’taki en büyük otoritesi Ayetullah Ali El Sistani ile görüşmesi oldu. Nedeni şu. Birincisi, Sistani bir hayli hasta ve neredeyse çok az görüşme yapıyor. İkincisi bu görüşmelerin içinde siyasi olanı çok az. Üçüncüsü, Sistani, Şii bir din adamı, ancak İran’la arasında hayli mesafeli bir ilişki var. Bir dördüncüsü, Türkiye’de yaşayan Şiilerin arasında Sistani’ye bağlı hatırı sayılır bir kitle var.
Peki bu görüşme, Ankara’nın bir ‘Şii kartı’ açtığına mı işaret ediyor? Kısa vadede bu çok zor; ama geleceğe baktığınızda Irak Şiilerinin İran parantezinde yer almaktan sanıldığı kadar hoşnut olmadığı hesaba katılırsa, gelişmeler çok farklı bir yön kazanabilir.
Başbakan’ı Bağdat’ta bir başka önemli Şii lider Mukteda Sadr’ın taraftarlarının karşılamasını da bu çerçevede bir kenara not etmek gerekiyor.
Türkiye, kim ne derse desin çok doğru ve cesur bir hamle yaptı. Üzerinde uzun uzun konuşmayı hak eden bir politika bu.