Öcalan’dan öcalmak!

Öcalan’dan öcalmak!

1999 Yılı İlkbahârı’nda o zaman sütun sâhibi bulunduğum “Milliyet”e yukarıki başlığı taşıyan iki yazı yazdım.

Abdullah Öcalan 15 Şubat 1999’da Türk güvenlik güçlerinin eline geçmiş ve muhâkemesi, Türk Yargı Târihi’nde rekor sayılabilecek bir sür’atle ilerletiliyordu. Nitekim 28 Nisan’da savcı, hakkında îdam cezâsı taleb etmiş ve ertesi gün, 29 Nisan’da bu cezâ verildikden sonra, AB uyum yasaları meyânında îdam yasaklandığı için ağırlaştırılmış müebbed hapse çevrilmişdi.

Ama bundan önceki haftalar boyunca mas-medya harâretle îdâm edilsin mi edilmesin mi konusunu tartışarak biribirine giriyor ve bâzı politikacılar bir bakıma yangına körükle giderek meseleyi daha da kızıştırıyorlardı.

İşte ben o sıra, aman ben kusur kalmayayım psikolojisi mi desek, ama bir yandan da Öcalan’ın sûret-i kat’iyyede îdâm edilmeyeceği tahmînimden de yola çıkarak I ve II numaralar hâlinde sözünü etdiğim o yazıları yazdım ve şu tezi savundum:

Ben Abdullah Öcalan’ın îdâm edilmesine kesinlikle karşıyım. Ama ben sâdece onun îdâmına değil, îdam cezâsına tümüyle karşıyım ve içinde bulunduğumuz 1999 Yılı îtibâriyle değil 1961 Nisanı’ndan bu yana karşıyım. Yâni 38 senedir. Daha önce ise üzerinde kafa yormamışdım, pek fikrim yokdu.

Ayrıca ben îdam cezâsına, çok ağır bir cezâ olduğu için değil iki başka sebebden karşıyım.

Birincisi, zayıf ihtimâl bile olsa eğer sonradan îdâm edilenin mâsum olduğu ortaya çıkarsa artık iş işden geçmişdir. Üstelik siyâsî îdam kararları kumar gibidir ve “o taraf” değil de “öbür taraf” kazanmış olsa sehbâya gönderilecek olanlar berikiler olur.

İkincisi ise eğer îdam bir ağır mücrime, meselâ bir çocuğun ırzına geçip müteâkıben onu öldüren bir canavara verilebilecek en ağır cezâ değildir. Bir insanı öldürmek alt tarafı 15/20 sâniye sürer. Ama onu 30 yıl ağır şartlar altında tutarak hayâtının her ânını o iğrenç suçu hatırlayarak geçirmesini sağlamak çok daha ağır bir cezâdır.

O bakımdan, diye bağlamışdım, eğer toplumun büyük bir kesimi Öcalan’dan öcalmak istiyorsa, ki istiyordu, o zaman onu öldürmek değil, fakat belirli şartlar altında yaşatmak daha iyi bir intikam usûlü olurdu ve böylece onu bir “hâin” değil de bir “kahraman” olarak gören başka bir toplum kesimi de çıldırtılmamış ve bütün ümîdini yitirmemiş olurdu.

Îdam cezâsına şiddetle karşı çıkmama sebeb ise 17 Nisan 1961 Günü Adnan Menderes, Fatin Rüşdü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın alçakça bir komplo sonucu bir gözü dönmüş nâmussuzlar gürûhu tarafından katli olmuşdu. Ben artık Almanya’ya geçmiş genç bir üniversiteliydim. O hafta Perşembe günü haftalık “stern” Dergisi’nin kapağında Adnan Menderes’in darağacında sallanan beyaz gömlekli cesedini büyük bir meydanda gördüğüm an miğde boşluğuma sert bir yumruk yemiş gibi oldum. Öfke, çâresizlik ve derin bir utanç duygusu her yanımı âdetâ meflûç kıldı.

İşte bu mesele üzerinde doğru dürüst düşünmeye ilk o vakit başladım.

Demek istediğim, öcalacaksak doğru dürüst alalım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi