Kudüs için
İşkencede bir kural vardır; sorgudakine sürekli yem at ki düşmese bile zayıflık derecesini ölçersin.
Mesela işkenceci sigara tutar; haliyle reddedersiniz, o zaman da “Tavır mı lan!” diye diklenir.
Siz alttan alır, “Yok hayır tavır değil de, kullanmıyorum” veya “Şimdi canım istemiyor da onun için…” derseniz, çözülmüşsünüz demektir.
İşkenceci zaten sabırla bu anı beklemektedir. Size fiziki ya da psikolojik şiddet yöntemleriyle her yüklendiğinde, uygulanan şiddetin derecesinde bir kararlılıkla geri püskürtülmediği takdirde, zafere yaklaştığını düşünerek sonuç almak için yönteminin derecesini daha da arttırır.
Artan şiddete paralel olarak sigara tutmak gibi insani gösteri biçimlerinin oranı da aynı şekilde yükselecektir.
Böylece size korkunç gerçekliğin yanında yine kendinden hasıl olacak merhametin de bir seçenek olarak var olduğunu hissettirmektedir.
Ama tabi ki her merhamet, belli bir ödeneğe bağlanmaktadır.
Size uygulanan şiddeti siz kazandığınız gibi, size gösterilecek merhameti de yine sizin elde etmeniz gerekmektedir.
Bunun için tıpkı zayıf düşürülmüş bir kadın tepkimesiyle küsmüş, kırılmış, örselenmiş olduğunuzu hissettirmeniz ve bunu hissettirirken de “aslında bütün bunları hak etmemiş olduğunuzu” işkencecinize belli etmeniz lazım gelmektedir.
Siz, size yapılanları hak etmediğinizi belli ederken, aslında diğerlerinin hak ettiğini de söylemiş oluyorsunuz demektir. Ki ruhunuzu satmaya hazır olduğunuzu karşınızdaki idrak edebilsin.
Yani gayet estetik bir biçimde arkadaşlarınızı satmış olmanın karşılığını işkenceciden dilenmeye başlamışsınız demektir.
Böylece işkenceciniz, size merhametini bahşedecektir.
Halbuki, aynı örneği sürerek yeniden başa dönersek; işkencecinin tuttuğu sigarayı geri çevirdiğinizde, o “Tavır mı lan” diye diklendiği anda cevabınızın kesin olarak, “Tavır lan!” şeklinde olması gerekmektedir. Ki merhamet dilenme gayenizin hiçbir suretle olmadığını anlayabilsin.
Türkiye’de sadece şu sıralar değil, Osmanlı’nın son yıllarından bu yana İttihad-ı İslam fikrinde olanlara yapılan aynen budur.
Mehmet Akif ve Eşref Edip’lerin Sebilürreşad’daki yazılarına “Bunlar yeşil Bolşevik” diyerek saldıranların devamcıları 1970’lerde Bolşevik isnadını “yeşil” sabit kalmak koşuluyla “Komünist” yaptılar.
Şimdilerde bu tavır bir karabasan gibi tekrar çullanıyor. Hele bir de belirli merkezlerden pompalandığı için genel geçer bir hal almış olan konularda iyot gibi açıkta kalmış bir görüntü arz ederseniz, muarızlarınız için bulunmaz bir linç fırsatını kendi ellerinizle doğurmuş olursunuz.
“Nükleer enerji gerekli” dediğinizde, “yoksa çevreye mi düşmansın”; Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki yangına karşılık “Liberal nifak, Sorosçu altüst oluşlarla bölgeyi iç savaşa sürüklüyor” dediğinizde, “Vaay, demek diktatörlükleri savunuyorsun ha!”; “Müslüman memleketlerde asıl sorun demokrasi ve liberalizasyon eksikliği değil, sosyalizasyonsuzluktur” dediğinizde, “Demek özgürlük düşmanı bir Stalinistsin” şeklinde ithamlar peş peşe sıralanır.
Bu ithamlar karşısında savunmaya geçmek lüzumsuz. Çünkü muarızlar işkenceci yöntemler deniyor.
Herkesin Kudüs’ü kendine demeyip, her renk ve cinsten düşmanın sahiplendiği Kudüs’e sahip çıkarak kendi mahvına sebep olmak ve sadece bu şekil ve yöntemle Küdüs’ü yüceltmek yegane şerefli vazife olsa gerek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.