İstanbul'a bakan Şam-ı Şerif
Tunus'ta devrimci dalgalanma başladığında İstanbul'dan ses gelmişti... Kahire'de Tahrir Meydanı dolduğunda "mübarek diktatörün" gitmesi için Türkiye'de meydanlara çıkılmıştı. Gönüllü kuruluşlar, cemaatler, siyasal gruplar Türkiye'deki vicdan sahipleri adına meydana çıktılar. Milyonlar yürümese de Türkiye'den, İstanbul'dan ses verilmesi, kadim payitahtın; İstanbul'un başlarındaki despotları defetmek için meydanlara çıkan Arapları unutmadığını hissettirmesi sınırları kaldıran bir dalgaydı. Araplar Türkleri arkadan vurdu, Türkler Arapları sömürdü safsatası üzerine kurulan yapay sınırları ortadan kaldıran bir buluşma idi... Devrimlerin niteliğini, ideolojisini sorgulamadan kurulan bu dayanışma hattı her iki tarafın batıcı-ulus devlet ideolojisini geçersizleştiriyordu.
Tunus'ta korkulduğu kadar kan dökülmeden Bin Ali iktidarını terk etmek zorunda kaldı. 80 milyonluk Mısır devasa hacmiyle ayaklandı. Kadim Mısır'ın kalbi sanki Tahrir'de atıyordu. Beklenilenin aksine Mısır'da da, Mübarek mesajı almakta gecikse de kan dökme cesaretini gösteremedi. Belki de iktidarına hayat pompalayan kaynakların musluğu kapanınca kan dökecek mecali kalmadı. Şiddet içermeyen muhalif hareket en azından Mübarek'in gitmesini sağladı, ya da gidiş sürecini hızlandırdı. Bu süreçte zaman zaman gerginleşen ortamda İstanbul'dan Kahire'ye ses yükseldi. İstanbul'un Mısırlıların yanında olması Mübarek'in bağnaz öfkesini, Ankara'nın Araplara karşı bir tür oryantalizm kokan kibrini kırdı... Buradan yükselen her dayanışma sesinin Mağrip'te, Mısır'da başka dalgalanmaları tetiklediği muhakkak...
Libya'da kan dökülüyor ama Türkiye'nin sesi kısık. Kafalar karışık...
Suriye'de her Cuma kan dökülüyor. Baas rejimi nasıl bir kan dökme deneyiminin üstüne oturduğunu her an hatırlatmaktan çekinmiyor. Bir şehri enkaz yığınına çevirmiş bir siyaset sicilinden gocunmadığını, bunu gerektiğinde kullanabileceğini gösteriyor. En küçük gösteri kanla bastırılıyor. Bu acı tecrübeye rağmen şaşılası bir durum olarak, Suriyeliler hala buldukları ilk fırsatta başlarındaki despotik yapının gitmesi için gösteri yapma cesaretini sergiliyorlar. Bence asıl şaşılası durum, Esad rejiminin taleplere kulak tıkaması ve bunları kanla bastırması değil. Aslında bunca sert uygulamaya ve yakın tarihin acı hatıralarına rağmen insanların meydanlarda gösteri yapma cesaretinde bulunmalarına şaşmalı.
Suriye, sınırın diğer tarafı... En uzun ortak çizgiyi paylaştığımız ülke... Ya da bizi ayıran en uzun sınırla sınırlandırıldığımız topraklar...
Peki, ne oluyor da İstanbul Şam-ı Şerif'te dökülen kana sessiz kalıyor?
Yoksa Tahrir'deki kalabalığa akarcasına ses verenler Başbakanın çıkışından mı cesaret almıştı?
Suriye'de hükümet bir oyun mu kuruyor? Olabilir. Bu hükümetin işi...
Ya siz; bağımsız, sivil, gönüllü inisiyatif sahipleri, Suriye'de olup bitenlere karşı İstanbul'a her zaman için farklı bir anlam yükleyen Suriyelilerin acısına nasıl ortak olmazsınız?
Siyasi ilişkiler, maslahat neyi kurgularsa kurgulasın vicdanın sesi buna ayarlanmamalıdır. Vicdanın sesi, hakkı tutma erdemi her türlü pazarlığın üstündedir. Siyasi mülahazaların ipoteğine giren vicdan yaralıdır, kararmıştır.
Kaldı ki Suriye'de dökülen kana karşı çıkmak, bastırılan, işkence gören halkın yanında yer aldığımızı göstermek eğer olumlu yönde bir kurgu varsa onu güçlendirecek; politik bir pazarlıkla oyalanmak isteniyorsa oyunu bozacaktır. Baas Partisinin sözcülüğüne soyunmuş isimleri kanal kanal gezdirerek sömürüye, baskıya karşı çıkılmaz; hele vicdanın sesi hiç bastırılamaz.
Hem dikta rejiminin akıttığı kana son verdirmek hem de baskıya isyan eden alınları öpmek için her imkanı kullanarak "ses ver"meli İstanbul, yani tüm Türkiye.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.