Yeni devreye, eski metot kurtarır mı?
Her şeyi yeniliyoruz: Elbisemizi, koltuklarımızı, arabamızı, hatta evimizi… Acaba, imanımızı, bilgilerimizi, hizmet metotlarını yenilememiz gerekmez mi?
Unutmayalım: “Zamanın değişmesiyle ahkâm/ hükümler de değişir” hakikatince, her çağın, her zamanın bir hükmü, her devrin kendisine has bir damgası vardır. Şu halde, sosyal ve manevî sahanın da kendine özgü bir metodu, farklı bir üslûbu, bir mesleği ve meşrebi olmalıdır.
İslâm hakikatleri donuk değil. Bilâkis gelişme istidadında. Yeni durum, oluşum ve gelişmelere karşı vaziyet alır. İslâmiyet yeniler ve yenilenir. Öyle olmasaydı, her çağa bir müceddid gelmezdi. İlk müceddidin metotlarıyla devam edilirdi. Halbuki:
“Muhakkak ki Allah, bu ümmete her yüz sene başında dinini yenileyen bir müceddid gönderir” 1 hadisi buna işaret eder. Her asırda müceddidlerin gelmesi ve müçtehidlerin varlığı; farklılığı, yenilenmeyi, değişimi, gelişimi ifade eder.
Bu zaviyeden baktığımızda, her müceddid temelde aynı, fakat teferruatta farklıdır. Yani, hizmet stratejisi, üslûbu, metodu, meslek ve meşrepte farklı yaklaşımlar sergiler. Bu, gayet fıtrî ve tabiîdir. Eğer aynı üslûbu, aynı metodu aynı meslek ve meşrebi tekrarlayacak idiyseler, “tecdid/yenileme” ne ifade eder ki?
Günümüzde fen (astro fizik, mikrokimya, genetik vs.), sosyal, manevî ilimler dallanıp-budaklanmış, teknoloji harikası vasıtalar başdöndürücü bir sür'at kazanmış. Sosyal hayat ve anlayışlar fevkalâde genişlik ve değişim içinde. Psiko-sosyal hastalıklar da çeşitlenmiş, derinleşmiş.
Eski çağın ilmî birikimi, doneleri ve vasıtalarıyla hedefe ulaşmak imkânsız değilse de çok zor. O dönemlerin ulaşım ve nakliye araçları kağnı, at arabası, faytonunu kullanmadığımız gibi; sosyal hayatta da eski devirlerin ilmî birikimiyle tasnif edilen irşad, tebliğ metotları veya tarikat-zikir sistemini kullanamayız. Çağın şartlarına uygun metotlar gerekir. Ruhî (psiko-biyo-fizyolojik) gelişim ve nefis terbiyesi de buna paralel bir üslûp ve metot takip etmesi kaçınılmaz.
Tasavvuf yolu, kalp hastalıklarını, seyr ü süluk (manevî gezi ve gözlem) ile, yani, kalp ayağıyla hareket ederek izalesine (yok edilmesine, tedavisine) çalışır. 2 Peki, eski zamanın ilâçlarıyla bugünkü hastalıkları tedavi etmek mümkün mü?
İbn-i Sina, yalnızca tıp alanında 29 buluşun sahibidir. Keza, El-Havi isimli eseri, asırlarca Batı üniversitelerinde tıp dersi olarak okunmuştur. Ne varki, bugün tıpta onun metotları kullanılmıyor! İşte, “Zaman tarikat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır.” 3 tesbiti, bu gerçeği vurguluyor.
Bugün mü'minin en önemli vazifesi, iman şartlarını önce kendisine ispat ile izah etmesi, sonra başkalarına, muhtaçlara tebliğ etmesi değil mi? Şüphe ve vesvese rüzgârları her tarafı kasıp-kavuruyor.
Ayrıca iman zaafı mü’minleri de sarmış, sarmalamış. Bundandır ki, ibadet, zikir, kardeşlik, yardımlaşma gibi İslâmın emir, nehiy ve ahlâkî güzelliklerini pratik hayata geçiremiyor.
Bunun sebebi; ne olduklarını ve nasıl yapılacaklarını bilmemelerinden değildir. Onları hayata geçirecek, gücü, uygulayacak enerjiyi, yaşayacak ruhu kendilerinde bulmamalarıdır. Yani iman zaafı ve taklidi olmasıdır.
Diğer taraftan çağın insanı hedonist, zevk ve lezzetkolik olmuştur. Dolayısıyla lezzet almak istediği haram ve gayr-i meşrû yolların gerçek zevk vermediğini; bilâkis içinde yüzlerce elem ve eziyeti taşıdığını anlaması gerekir. Bu da, akıl, kalp, vicdan ve duygusal açıdan mutmain olmayı gerektirir. Yani, bu zamandaki nefis terbiyesi; iman, İslâm esaslarının ve ahlâkının ispat ve izahıyla mümkün olabilir.
Dipnotlar: 1- Ebû Dâvûd, Melâhim, 1.; 2- Mektubat, s. 26.; 3- Emirdağ Lâhikası, s. 157.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.