Bankaları zor günler bekliyor
Bu seferki zorluk küresel bir krizden ziyade kendi ülkemizin durumundan kaynaklanan tedbirlerden ötürü. Bunların en başında da ekonomik sistem için kötülüklerin başı kabul edilen cari açıktaki önlenemez ve korkutan artış. Cari açık kısaca ülkenin döviz gelirleri ile döviz giderleri arasındaki fark olarak özetlenebilir. Şahıs olarak basitçe giderimizin gelirimizden fazla olması durumundan pek farklı bir durum değil bu. Bizim de ülke olarak temelde ithalat ve kar transferlerinden kaynaklanan ülke dışına giden döviz tutarı yine temelde ihracat, turizm ve yurt dışındaki işçilerimizden gelen paradan fazla olduğu için cari açık tabir ettiğimiz bu tutar sürekli artıyor. Cari açık arttıkça, bu tutar büyüdükçe, kontrol edilebilir olmaktan çıkıyor ve bu durum ülke ekonomisi için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Geçtiğimiz yılın ilk iki ayı toplamında yaklaşık 6 milyar dolara yakın olan bu açık bu yılın ilk iki ayı sonunda ise katlanarak 12 milyar doları aştı.
İşin bankaları ilgilendiren boyutu da bundan sonra başlıyor. Giderlerimizden en önemli kalem petrol ürünlerine harcadığımız para. Petrol ürünlerinin fiyatları arttıkça enerji bakımından büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke olarak ödemek zorunda kaldığımız tutar da artmakta. Bu bizim kontrol edemeyeceğimiz ve tedbir alarak kısa vadede azaltamayacağımız bir harcama. Ancak diğer ithal malların ithalatını azaltabilmek için bazı tedbirler alınabilir. Otorite de bu yönde bir takım tedbirler almaya başladı. Bu tedbirler özellikle bankacılık sektörünün nefesini kesecek ölçüde sert. Öncelikle vatandaşın bankalara yatırdığı TL mevduatın Merkez Bankası’na yatırılması gereken oranları arttırıldı. Bu oran seri artırımlar başlamadan önce sadece %5-%6’lar civarındaydı ve üstelik bankalara bu paralar karşılığında faiz ödüyordu Merkez Bankası. Bu oran aylar içinde %16’ya kadar çıkarıldı ve artık bankalara Merkez Bankası’na yatırmak zorunda oldukları bu paralar için faiz ödenmemeye başlandı. Bununla yapılmak istenen temel şey bankaların sahip oldukları para miktarını azaltarak kredi vermelerini azaltmak idi. Çok kredi kullanımı çok tüketim, yeterli üretim yapamadığımız için de çok tüketim ithalat demek. Bankaların kredi vermelerini yavaşlatarak ve hatta azaltarak ithalat frenlenmek isteniyor. İthalat frenlenince de hesaplara göre yurt dışına giden döviz miktarı azalacak ve cari açık kısmen de olsa kontrol altına alınabilecek.
Bu hesabın tutup tutmayacağını şimdiden söylemek zor. Ancak erken bir gözlemle mevcut durumun hiç de arzu edilen şekilde gelişmediği söylenebilir. Bankaların kredi hacimleri geçen yıl ikinci ay sonu itibarıyla 405 milyar TL iken bu yılın ikinci ayı sonunda ise 550 milyar TL’yi aştı. Mevduatın maliyetinin artış trendine girmesi, kredi oranlarında ise bankaların gözle görülür bir artış yapmaması bankaların karlılıklarını oldukça düşürmeye başladı. Bu yılın şubat sonu karlılıkları ile geçen yılın şubat sonu karlılıklarına bakıldığında bankacılık sektörünün karı 3,5 milyar TL’den, artmak bir yana, 3 milyar TL’ye düştü.
Henüz erken de olsa, bu haliyle alınan tedbirlerin kredi hacmini ve beklendiği gibi ithalatı, cari açığı azaltmayacağını, sadece bankaların karlılığını düşüreceğini söylemek mümkün. Seçim dolayısıyla şimdilik sadece bankacılık sektörüne getirilen ve onlar için can yakıcı olan buna benzer tedbirleri seçimden sonra diğer sektörlerde de görmek sürpriz olmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.