Sistem içi mücadelenin sınırlarını zorlayan AK Parti
AK Parti kurulduğunda bu yeni partinin Refah Partisi’yle arasındaki farkların ne olduğu meselesi çok gündem oluşturmuştu. Aynı dâvanın insanları kendilerini ayrı partilerde konuşlandırmışlardı çünkü. Doğal olarak da ‘fark var mıydı’ sorusu anlamlıydı. Konuya herkes kendi meşrebinden yaklaşmıştı.
İlk yıllarda endişeli laikler iki parti arasında hiç fark görmediler. Bunlar arasından sonraki yıllarda AK Parti hükümetinin icraatlarından canı yananlar Refah Partisi’ne reva gördükleri zulümlerden nedâmet getirerek onun antiemperyalist ve millici bir parti olduğunu, AK Parti’nin ise teslimiyetçi bir siyaset izlediğini söylemeye başladılar.
Bize göre iki parti arasında yaklaşım farkı olduğu gibi aynîlik gösteren hususlar da az değil. Varolan farklılıkların bir kısmı konjonktürel, bir kısmı da yöntem farklılığından kaynaklanıyor.
Ancak temel fark; Refah Partisi’nin mücadelesini iç siyasette sistem içinde, dış siyasette ise sistem dışında kalarak vermeyi prensip edinmesidir. Ülke içinde kendisine yapılan bütün haksızlıklara rağmen sistem dışına çıkmadı. Kapatıldı, sabretti. Öfke patlaması sınırına gelmiş taraftarlarının sokaklara inmesine müsaade etmedi. Özellikle de Refah Partisi’nin kapatılmasından sonra göstermiş olduğu sağduyulu tavırla Türkiye’yi bir Cezayir tecrübesi yaşamasından kurtardı.
Ülke içinde sistem içi mücadele veren Refah Partisi, dış siyasette sistem dışına çıktı. 28 Şubat sürecinde İsrail’le kabul edilemez anlaşmalara imza atması da, Refahyol hükümetine yönelik yapılan inanılmaz baskıların sonucuydu.
Merhum Erbakan Hoca dış siyasette sistem dışı bir mücadele yöntemini sonuna kadar sürdürdü. D-8 projesi bunun en önemli göstergesidir. D-8 ülkeleri (Kalkınmakta olan 8 Ülke) Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Türkiye’den müteşekkil bir birlikti. 22 Ekim 1996 yılında, dönemin Başbakanı Merhum Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde kurulmuştu.
Gelecekte bütün Müslüman ülkelerin ekonomi öncelikli işbirliğini hedefleyen bu birlik, ileride siyasi birlikteliğe dönüşme amacını da taşıyordu. Bu, dış siyasette sistem dışı hareket etme iradesinin ete kemiğe bürünme hamlesiydi. Bu yüzden dünya hegemonları ürktüler. Sonra da malûm 28 Şubat sürecinin düğmesine bastılar.
Ama AK Parti hükümeti hem iç hem de dış siyasette sistem içi mücadele etmeyi benimsedi. Sisteme aykırı olan taleplerini de sistem içinde kalarak sürdürdü. Lâkin AK Parti yönetimindeki Türkiye güçlendikçe siyasilerin özgüveni arttı, iç dünyalarında hayâlini kurdukları yeni dünya düzenini alenen söylemeye başladılar.
Bu da ilelebet sistem içi kalmak istemediklerini, sisteme yön veren ülkeler arasına girmeyi arzuladıklarını gösterir. Bunu en son AK Parti’nin Çanakkale’deki milletvekili adaylarının tanıtım törenine katılan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, yaşanan önemli olayları değerlendirdiği konuşmasında; “12 yıl sonra cihan devletiyiz!” sözünde gördük.
Davutoğlu gibi sözlerini kuyumcu terazisinde tartarak cümlelerini kuran birisi Birinci Dünya Savaşı yıllarını değerlendirdikten sonra; “O yıllar, bir imparatorluğun yıkıldığı, imparatorluğun son neslinin, imparatorluğun her bir neslinin her bir coğrafyasında ayakta kalma mücadelesi verdiği, 4 yıllık hayat mücadelesi verdiği yıllardır. 2014, Dünya Savaşı’nın 100. yıl dönümü. İstiyoruz ki, Birinci Dünya Savaşı’nda bizden kopan, kopartılan her bir toprak, her bir kardeş topluluk, tekrar yüreğiyle, inancıyla, gelecek vizyonuyla bizimle bütünleşsin. İstiyoruz ki, o kardeşlerimizle engeller, sınırlar kalksın, dostluk köprüleri oluşsun.”
AK Parti hükümetinin 2023 vizyonu bu temeller üzerine atılıyor. Bu, uluslararası sistemi zorlama niyetinin beyanı değil de, nedir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.