Basın ve baskı
AB ve ABD’de Türk gazetecileri üzerine ağır baskıların başladığı ve arttığı yolundaki haberler çoğalıyor.
Şimdi sizlere bir “bilen kazanıyor” sorusu:
Peki, faraza Türkiye’de sırf gazetecilik etdiği için baskı görüp hapse atılan, hakkında dâvâ açılan ve başı bir şekilde belâya giren tek bir gazeteci bile bulunmasaydı da yine böyle iddialar ortaya atılsaydı bunları önlemek mümkin olabilir miydi?
Cevab: Olamazdı!
Bakınız neden:
Türkiye’de gazeteciler gazetecilik etdikleri için mi yoksa başka işlere bulaştıkları için mi savcılarla başları derde giriyor meselesini bir an için yok sayalım. Ama Türkiye’deki iktidar sâhibleri kendi meramlarını dışarıya anlatmayı beceremedikleri için bu tür iddialar, ister haklı ister haksız, Batı kamuoylarında dâimâ yankı bulur.
1960’lardan beri işin içinde biri olarak sebebini îzâh edeyim.
Sâdece AK Parti iktidârı değil önceki bütün iktidarlar da bu alanda kamuoyu çalışmalarından bîhaberdiler de onun için! Hâlâ da bîhaber oldukları apâşikâre ortada!
Siz bu işi Ankaralı üç memurun eline verirseniz, Rahmetli Turgut Özal’ın tâbiriyle “mağarada yaşayan” bir avuç adamdan çıkıp “Cirque du Soleil”de ışık ve ses oyunu göstermesini isterseniz olacağı da budur.
Memurları küçümsediğim için söylemiyorum, ama meselâ kediden uçmasını, atdan piyano çalmasını isteyemezsiniz. Bu, eşyânın tabiatına aykırıdır.
Memurdan pr çalışması beklemek de öyledir. Memurun işi değildir.
Buna üstelik bir de Batı’nın Türkiye bağlamında dâimâ kötümser yorumlara meyyâl yapısını da eklerseniz neden olamayacağını daha iyi anlarsınız.
1978 Yılı’nda Bülent Ecevit’e durumu anlatarak beni bir süreliğine Bonn’a basın ataşesi tâyin etmesi ve hiç değilse Almanya/Avusturya/Belçika bağlamında işleri bir müddet bana bırakması ricâsında bulundum ve bunu yapdı.
Ancak o göreve getirilmem zerre kadar işe yaramadı. Benim amaçladığım, “devlet”i aradan çıkararak gazeteciler arasında direkt bağlantı kurma çalışmalarım, şimdi anlatması uzun sürecek sâiklerden dolayı tam bir fiyaskoyla sonuçlandı.
“Devlet” daha doğrusu “dövlet” aradan çıkmayı değil kabullenmek, tasavvur dahî edemediği için ben de bir halt edemeden birbuçuk yılımı hebâ etdim. Tek kazancım diplomat kontenjanından çok ucuza viski konyak ve sigara satın alabilmem oldu.
Biraz solgun bir bilanço!
Öyle bir sistemdir ki Kızılay Meydanı’nda bakan vurulur, yer yerinden oynar, siz iki saatliğine girip üç plan görüntüyle Hamburg’daki akşam ana haberlerine yetişmek üzere tekrar savuşmak için çekim izni istersiniz, “beş nüsha olmak üzere senaryo” ister ki Genelkurmay’a, MİT’e, İçişleri’ne, Hâriciye’ye ve Basın-Yayın’a gönderip inceletsin ve “uygun” görürse dört hafta sonra çekim izni versin. Siz kemâl-i nezâketle “Ulan, bir dakıyka otuz sâniyelik hardnews’un senaryosu mu olurmuş, Kodoşlar?” deyince de gücenirler. Pek nâzenîndirler.
Türk gazetecilere zulüm meselesine gelince:
Ne münâsebet, canım! Bir elleri yağda bir elleri balda!