Bir Dakika Ahmet Şahin Hocam
Sevgili Ahmet Şahin Hocam, küçüklüğümden beri tanıdığım bir yazardır. Sohbet üslubunu tutturmuş, iman ve ahlakı asr-ı saadetten güzel örneklerle açıklayan bir büyüğümüzdür. Kendisini sayar, severim. Minnet ve şükranım vardır.
“Nerden çıktı şimdi bu?” mu diyorsunuz?
Bana bir okuyucum mail göndermiş. Bir yerinde diyor ki: “Ahmed Şahin'in Zaman Gazetesindeki "Amentuda ittifakımız var" başlıklı yazısını okur musunuz? (…)Lütfen cevap verin,bu önemli bir konu. Siz ne düşünüyorsunuz?”
İyi niyetli de olabilir, hocaları birbirine düşürmek isteyen biri de olabilir bu okuyucum. Son zamanlarda durup dururken koca koca hocalarımıza saldıran koca koca hocalar yok mu? Yaktıkları ateşi istesek de söndüremiyoruz. Az değerlerimiz yanmıyor maalesef bu yersiz alevlenmelerde…
Böylece yazıyı okudum. İslam’ın evrenselliğine dair hoş bir yazı. Sonunda güzel de bir davet var. Ama bir yerde çok da ilgisi yokken şöyle deniyor:
“Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah'ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir.
Bu temel noktalar bir amentüden başkası değildir ve biz ehl-i kitapla bu amentüde müttefikiz. Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir. Burada Kur'an'ın bir ayetini hatırlamak yerinde olsa gerektir: (Mealen.) "Ey ehl-i kitap! Geliniz ittifak ettiğiniz amentüde buluşunuz."” http://tr.fgulen.com/content/view/2852/76/
Okuyucumuz buna takılmış ve biraz da sert bir üslupla sorular sormuş. Ben o ifade biçimini sevmiyorum. Tenkit ederken saygılı ve itidalli olmalıyız, dengeyi korumalıyız. Ama biliyorum ki onu da imanı konuşturuyor.
Bu mesele, çok heyecanlı bir mevzu olan “diyalok” meselesine götürüyor bizi. Maalesef bu konuda insanlar yersiz zıtlaşmalar içinde. Dinlemeden, anlamadan, tozu dumana katarak konuşuyor, yazıyorlar.
Ben de bu konuyu yazdım burada, tanışmak, rahat konuşabileceğimiz bir tebliğ zemini oluşturmak, Hudeybiye sulhu ortamını sağlayarak barışın bereketinden faydalanmak maksatlı bir diyaloğun güzelliği ile yağcılık ve dalkavuklukla din ve imandan taviz verme ve batılı hak gösterme biçimindeki sergilenen diyaloğun çirkinliğinden bahsettim.
Ama beni de anlamadan tenkit edenler az olmadı. Hem de dediğimi bana tavsiye ederek tenkit edenler oldu. Okumuyorlar mı, anlamıyorlar mı anlamadım.
Şimdi Muhterem Ahmet Şahin Hocam da böyle yazınca “eyvah” dedim, “yine kıyamet kopacak. Ama biraz da haklı olarak.”
Haklı olan ne?
Ahmet Şahin Hocam kusura bakmasın, dediği gibi “amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah'ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir” amma, hepsi bu kadar değil ki! Her şey başlıktaki gibi değil ki. Ana başlık muhtevayı yok saydırmaz ki. Böylesine tecrübeli bir yazar bunu nasıl dikkate almaz?
Öyle olsaydı Allah onları niçin İslam’a davet etsindi?
Sevgili Peygamberimiz Efendimiz (sav) niçin Ehl-i Kitab’ı niçin İslam’a davet etsin ve bu uğurda cihat etsindi?
Ehl-i Kitab’ın “Allah” anlayışı ile İslam’ın uluhiyyet anlayışı bir değildir. Kitaplara iman var ama, ne onların elindeki asıl Tevrat ve İncildir, ne de onlar Kur’anı kutsal kitap olarak kabul ederler. Acaba Ehl-i Kitab’ın kaçta kaçı Sevgili Peygamberimiz Efendimizi (sav) “Resulullah” olarak kabul eder? Onların inandığı melek veya ahiret ile bizim inandığımız aynı mı acaba?
Ya Kitabın içindeki şeriat? Şeriata iman olmadan kitaba iman nasıl olacak? Kitabı kabul edip de içinde yazılan kanunları kabul etmemek küfür değil midir?
Görülüyor ki amentünün açılımında Ehl-i Kitab’la aramızda öyle çok ittifak yoktur.
Hem hangi “mutlak küfre karşı dayanışmamızdan” bahsediyorsunuz ki? Mutlak küfür mü kalmış? Şimdilerin mutlak küfrü artık materyalizm, ateizm değil, “laiklik” inancıdır.
Sorular uzar gider. Diyalog denen şey eğer “kavga etmeden konuşmak” ise, iyidir, güzeldir. Ama batıl dinler ile hak din ve şeriatı birleştirmek ise mümkün değildir.
Ben Muhterem Ahmet Şahin Hocamızın sözlerini şöyle anlıyorum. “Akidemizi amentümüzü sayarken isim benzerliği olduğunu görürüz. İçeriğini işin içine karıştırmadan bu benzerlikten ne kadar faydalanabilirsek, o kadar yararlanmak iyidir. Hepsi bu kadar. Yoksa hak din İslam başka, batıl dinler başkadır.”
Bunda bir sorun var mı?