Özenti bir 68 kuşağı geliyor
Türkiye’de İslamcılığın liberalizasyon politikalarına tahvil edilmesi suretiyle tasfiyesi sürerken, bu yeni dönemin İslamcı genç tipleri ve onların yaşam biçimleri de laboratuvar çalışması titizliğinde şu sıralar sürekli üretilip piyasaya sunuluyor.
Ayağına bir çift convers ayakkabı geçirip, eline de bir adet “Tutunamayanlar” nüshası alan ve kot pantolon cebinden Taraf gazetesi sarkan gençler zıpçıktı bir muhafazakarlık temelinde kendi “abdestli hippilik” dönemlerini inşa ediyorlar.
Geçmişte başka bir ideolojik disiplinin (Batı Sosyalizmi) önce siyasi düzlemde, ardından toplumsal yaşamda ve tamamen kendi retoriği içinde ve kendi ortodoksisine ihanet olarak ürettiği bir hareketin bugün muhafazakar ailelerin çocukları tarafından kopya edilmesi söz konusu.
“İslamcılığın 68 kuşağı” olarak tavsif edebileceğimiz türden bu yapılanmanın bizatihi İslam’ı Türkiye’de toplumsal ve siyasi sahalardan tasfiye ederken, “Arap Baharı” adı altında, bahse konu kişilerin bireysel iradesi dışında ve fakat onlara yaslanarak siyasi bir proje kalıbıyla dışarıya da bunu ihraç ettiği kolayca izlenebiliyor.
Öyle ki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki ayaklanmaların, özellikle Suriye’de olup bitenlerin hiçbir antiemperyalist referansları bulunmamasına rağmen, o referansların bu hareketlere karşı verdikleri demeçler bile çok kaba bir mezhepçi yaklaşımla ya da “yaşamak bizim de hakkımız” türünden hafif meşrep isyankârlıkla boğulmaya çalışılıyor.
Eski Yeşilçam filmlerinde evden kaçan genç kızların namuslu babalarına söyledikleri türden cümleler kuruluyor.
“40 yıldır özgürlük nedir bilmiyoruz. Sırf düşmanlarımız ne der diye eksik etek dolaşamadık. El âlem demokrasi ve insan haklarının nimetlerinden azami ölçüde yararlanıp yazları denizin yalayışlarına, kışları kayak pistlerine vücutlarını salarken, biz fukara evimizin sığınağını hava saldırılarına karşı muhkemleştirmekle meşgul olduk. Ben de yüksek ökçeli bir yaşamı hak ediyorum” diye feveran eden gözü yaşlı genç kızların acıklı melodramlarını şimdi siyasi analiz yapmakla mahir kelli felli adamlardan işitir olduk.
Hizbullah’ın ve Hamas’ın Suriye yönetimine verdiği desteği “ayıp” olarak nitelendiren bir yazar, bu hareketler için “Siyonizm’e karşı mücadeleleri, hürriyet ve adalet isteyen Suriyelilere çamur atmalarını mazur göstermez. Ne ayıp şey! Ne büyük gaf! Bu nasıl ilm-i siyaset?” diyor.
Yani Lübnan’daki Hizbullah’ı ve Filistin’deki Hamas’ı “Suriye’de itibar kaybına uğramakla” itham ediyor.
Peki o halde Suriye’de itibar kazananlar kimlerdir?
Bu iki hareketin dışında hangi referanslar bunların yerini doldurmaya namzettir ki bu beyler yatıp kalkıp onlara selam çakmaktadır!
Hamas’ın ve Hizbullah’ın itibar kaybına uğradığı bir zemin, kendini antisiyonist ilan etmiş kimseler için meşru bir zemin midir?
Yukarıdaki alıntı “Bu nasıl ilm-i siyaset?” diye bitiyor.
İşte bütün mesele…
Savaşıyla barışıyla, doğumuyla ölümüyle, aşkıyla nefretiyle bütün bir hayatı bir “ilm-i siyaset” şartnamesine sokmak ne büyük ve ne sıkıcı bir bahtsızlıktır.
Sözünü dosdoğru söyleyemeyenlerle cehaletini ve yetersizliğini gölgelemek için kurnazlık melekelerini maksimum çalıştıranların dillerinden düşürmedikleri işbu ilm-i siyaset oyunbazlığını, şunca yıldır İsrail gibi bir güçle çatışan kuvvetlerden beklemek en hafif tabirle ukalalıktır.
Yazının başında “İslamcılığın 68 kuşağı” nitelendirmesinde bulunurken, bunun bildiğimiz 68’den farkının bütünüyle masa başında hazırlanmış olduğuna ve bunu kuşananların üzerlerine oturmadığına dikkat çekmek isteriz.
Çünkü bugün bu çevrelerde pek bir moda olan esriklik bile orijinal bir savruluş değildir.
Bildiğimiz 68’de solun, sosyalizmin kurulu sistemlerine karşı (SSCB vb.) birey hakları temelinde yaptığı ve o günün şartlarında tamamen orijinal olan karşıdevrim taarruzu, bugün muhafazakar Müslüman kesimlerde kurulu antiemperyalist pratiklere ve müesseselere karşı tekrarlanırken, bütünüyle adi bir kopyalamanın söz konusu olduğu açıktır.
Elbette her özentide olduğu gibi bunda da o sonradan görmeliğin verdiği bayağılık, kopya yaşamın icrası sırasında mide bulandırıcı kimi davranış biçimlerini de mümkün kılıyor.
Bir şeye benzemesi için yapay olarak üretilmiş her davranış biçimi gibi bu da sırıtkan bir arsızlığı gerektiriyor.
Ki içeride ve dışarıda sürekli maruz kaldığımız kaskatı manzara sadece budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.