Genlerimizdeki darbecilik
19 Mayıs Gençlik, Spor ve Atatürk’ü Anma Bayramı”nı dün emînim ki yine “coşkuyla” kutlamışızdır Yüce Mevlâmın izniyle! Ben hiç evden çıkmadım ve Türk tv kanallarını da açmadım. Onun yerine eşine ender rastlanır bir edebî haz yolculuğuna çıkarak John le Carré’nin son romanı “Our Kind of Traitor”ı okumaya başladım. Ama İngilizcem ancak akıcı bir üslûbla “yes” yâhut “no” demeye yeterli olduğu için Almanca tercümesini “Verräter wie wir” başlığını taşıyanını... Sol liberal bir Oxford doçenti olan Perry’nin sevgilisi Gail ile Antigua’da tâtil geçirirken bir sabah yanlarına Dima adlı bir Rusun yaklaşıp ahbâb olmasıyla başlayan acâib sergüzeşti.
Ben le Carré’nin iflâh kabûl etmez hayranlarından biri olduğum için her yıl en son romanını derhâl edinip okumazsan hastalanırım. Bence Graham Green’den de büyük bir yazardır.
Fakat hayâtımız, maalesef, sâdece edebî hazlardan müteşekkîl olmadığı için arada meslek belâsı gazetelere de bakmak zorunda kaldım ve kadîm arkadaşlarımdan Mehmet Ali Birand’ın “Evet, genlerimizde darbecilik vardı!” başlıklı yazısını okuyunca keyfim kaçdı.
Neden kaçdı, Mehmet Ali yanlış bir şey yazdığı için mi?
Hayır, tam tersine yazdığı doğrular sinir uçlarıma dokunduğu için!
Bizler beyinleri yıkanmış, hattâ ne yalan söylemeli, keselenmiş nesilleriz.
Bugün yaşları kırkın altında olanlara dâir ahkâm kesmek istemem ama bundan yukarısı kesinlikle ve eğitim yoluyla “şartlandırılmış” yüzbinler, milyonlardır.
Hayır, bize doğruyu söylemediler!
Ama bizler de doğrunun ne olduğunu pek sormadık!
Bize subaylarımızın ne kadar mükemmel eğitim aldığını anlatarak hepimize maval okudular. Ama 1968’de Tuzla Piyâde Okulu’na girip 24 ay aralarında yaşayınca genel eğitim seviyelerinin hiç de bizlere anlatıldığı gibi olmadığını anladım. İstisnâları tenzîh ederim. Genel seviyeden bahsediyorum.
Size samîmî bir îtirafda bulunayım:
13 Eylül 1980 sabahı “der Spiegel”den arayıp da bir gece önceki darbenin ne anlama geldiğini sorduklarında hamâkat târihine altın harflerle geçmesi gerekecek olan şu parlak cümleyle karşılık vermişdim.
“TSK Türk Devleti’ni intihardan kurtardı!”
Bakar mısınız? Üstelik bu yayınlandı da!
Bugün düşündükçe diyorum ki “Ulan Pezevenk, kuracak başka cümle mi bulamamışdın?”
Ama Allah büyükdür! Nitekim cezâmı buldum ve kefâretimi yedi yıl Türkiye’ye girememekle ödedim.
Bana meheldir! Az bile girememişim!
Demek istediğim, biz, yâni benim gibiler, bugün TSK vesâyetinden filan şikâyet ediyoruz ama 80 yıldır tepemize çıkaranlar da yine kendimiziz.
Bir de adam olmaya niyeti bulunmayanlar var.
Ben meselâ defâlardır şu sütundan TSK’nın nasıl modern bir vurucu ve caydırıcı güce dönüşebileceğine dâir çâreler düşünüp sunuyorum ve bu arada OYAK gibi akçeli işlerin kesinlikle TSK uhdesinden alınması gerektiğini yazıyorum. Ama oradan bir kalın kafalı çıkıp bunu, onlara AK Parti ortak olsun diye benim gizli telkıynlerde bulunduğumu iddia ediyor.
Üstelik AK Partili bile değilim!
Bu durumda “Kendim etdim kendim buldum” türküsü değil mi en çok yakışan bize?