Faruk Çakır

Faruk Çakır

‘Hop’a!

‘Hop’a!

Uzmanlar ikâz etse de, siyasetçiler ‘dil’lerine sahip çıkmıyorlar. Sandık günü olan 12 Haziran 2011 tarihi yaklaştıkça siyasî tansiyon alabildiğine yükseliyor. Parti liderleri meydanları dolduran taraftarlarının huzurunda konuşurken sadece ‘dünya’yı değil, kendilerini de unutuyorlar. Görebildiğimiz kadarıyla birbiriyle kavgalı olmayan siyasî parti lideri kalmadı. Bu gidişle seçimlerden hemen sonra liderler bu defa da birbirlerinin aleyhinde açtıkları dâvâlarla uğraşacaklar...

‘Dil’ bozukluğuna sebep olan hadiselerden biri de Artvin’in Hopa ilçesinde yaşananlar oldu. Hopa, Karadeniz sahil şeridinin Gürcistan sınırındaki şirin bir ilçemiz. Siyasî yapısı Karadeniz’deki diğer ilçelerden epey farklı. Çıkış sebebi tam izah edilmemiş olsa da neticede her hangi bir protestoda olmaması gereken görüntüler ortaya çıktı. Bazı otobüslerin camları kırıldı, bir polis ağır yaralandı ve bir vatandaşın da ölümüne sebep olundu. Hopa’daki hadiseleri protesto etmek için Ankara ve İstanbul’da da yürüyüşler yapıldı.
Başbakanın Hopa’daki hadiseleri değerlendirirken sarfettiği cümleler, gerginliği daha da alevlendirdi. Bu tesbite hemen itiraz edenler olabilir. Ancak ekseriyetin bu değerlendirmeyi yaptığını görmek lazım. Mesela, Cuma akşamı CNNTürk’de konuşan (Tarafsız Bölge, 3 Haziran 2011) konuşmacıların neredeyse tamamı bunu ifade etti. Ki, bunlar arasında Yeni Şafak’ta yazan Yasin Aktay da vardı. Aktay, özetle; böyle hadiselerde hem polisin hem de siyasetçilerin daha dikkatli olması gerektiğini hatırlattı. Elbette ‘protesto’nun da bir ölçüsü olmalı. Hiç kimse taş savurmayı, molotof kokteyli atmayı ya da başka şekilde yaralamayı hedef alan malzemeler kullanmayı doğru bulmuyor. Bunları da haklı gören ‘anarşist’ler olabilir, ama onlar bahsimiz haricindedir.
Nazlı Ilıcak da Hopa’da yaşananlardan sonra iktidar partisinin tavrını eleştiriyor ve şöyle diyor: “Erdoğan’ın, hayatını kaybeden öğretmene ‘Allah rahmet eylesin’ bile dememesi, çok eleştiriliyor. (...) Erdoğan müessif olaylardan dolayı üzüntü duyduğunu açıklayıp, hoşgörülü davransa ve Metin Lokumcu’nun (hadiseler esnasında kalp krizi geçirip ölen öğretmen/FÇ) ailesine başsağlığı dileseydi, hadiseler bu raddeye gelir miydi?”
Bu çerçevede sosyolog Nilüfer Göle’den de ‘yeni’ bir değerlendirme var. Göle, şöyle demiş: “(...) Bugün Türkiye çok heterojen bir toplum ve AKP’nin, kendi seçmenleri arasında yarattığı heterojenliği dahi temsil etmediğini düşünüyorum. (...) AKP yüzde yüz olmak istiyor, sıfır hata, çoğunluk demokrasisi, ‘beni sevmeyen ölsün’ diyor. Herkes seni sevecek diye bir şey yok. Demokrasilerde sevilmemeyi, farklı değerlendirmeleri haksız da olsa kabul etmeyi bilmek lazım.” (Taraf, Tugba Tekerek’in röportajı, 4 Haziran 2011)
Tahammülsüzlük ve kibir, hele siyasette en büyük hastalıklardan biridir. Kim ki bu hastalığa yakalanır ve yakalandığının da farkına varmazsa son tahlilde zarar eden o olur. Atalarımız boşuna mı “Tatli dil yılanı deliğinden çakırır” demiş? Tatlı olmayan dilin zararı sadece sahibine olsa neyse, ‘yaralayıcı dil’ bütün bir milleti etkiliyor. Hepimiz biliyoruz ki ‘yaralayıcı dil’ cemiyet hayatını da zehirliyor. Dostlukları, kardeşliği, birliği ve beraberliği berhava ediyor.
Yetmiş milyon bu hususta dikkatli olmalı, hele siyasetçiler... Onlar vatandaşa nisbetle on, belki de yüz kat daha fazla dikkat etmeli. Yaralayıcı, kırıcı ve tahkir edici dil, kesinlikle kullanılmamalı. ‘Yaralayıcı dil’ kullanan bütün siyasetçilere ‘Hop, orada dur” diyelim...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi