Said Nursî ve gazeteler
Mikail Bilal Yaprak, Konya STK’larının Ufuk Turu-8 toplantısıyla ilgili yazımızdaki “Anayasa Mahkemesi eski üyesi Sacit Adalı’nın, günümüz medyasındaki yayın anlayışını şekillendiren ana umdeleri çok veciz bir şekilde ‘hiddet, şiddet, nefret, dehşet ve şehvet’ kelimeleriyle özetleyerek, ‘Said Nursî Hazretlerinin yüz yıl önceki gazeteler için dile getirdiği hususlar bugün de aynen geçerliliğini koruyor’ tesbitini ifade etmesi, önemli anekdotlardan biriydi” cümlesinde ifade edilen hususlara ayrı bir makale tahsis edilmesini istemişti.
Bu hafta, yerimizin yettiği kadar onu yapmaya ve Üstadın tesbitlerini aktarmaya çalışalım.
Bunu yaparken, öncelikle, İkinci Meşrutiyet döneminde Bediüzzaman’ın İstanbul’daki belli başlı gazetelerde yazıları çıkan bir yazar olduğuna dikkat edelim. (Ki, bu yazılar Yeni Asya Neşriyat’ın yayınladığı Eski Said Dönemi Eserleri’nin ilk bölümü olan Makalât’ta okunabilir.)
Bir gazete yazarı olarak Said Nursî’nin o günkü gazetelere yönelttiği çok esaslı eleştiriler var.
Bunları özet halinde sıralayacak olursak:
* “Gazeteler haysiyet kırıcı bir neşriyatla ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar ve efkâr-ı umumiyeyi perişan ettiler.” (a.g.e., Divan-ı Harb-i Örfî, s. 124)
* “(31 Mart hadisesinde) Üssü’l-esas esbab (en önemli sebepler), fırkaların (siyasî partilerin) taraftarane ve garazkârane münakaşatı ve gazetelerin belâgat yerine mübalâğat ve yalan ve ifratperverane keşmekeşleri idi.” (a.g.e., s. 140)
* “Edepsiz bazı gazeteleri nâşir-i ağraz (düşmanlık ve kin yayıcı) görüyorum.” (a.g.e., s 147)
* “(Gazeteler) Efkârı (fikirleri) sathî etmiş (sığlaştırmış) ve ehl-i sa’yin (çalışanların) vaktini de imate ediyor (öldürüyor).” (a.g.e., s. 187)
* “Gazete sahibi, zemin bulmak için fikr-i intikamın maden-i habîsi (intikam fikrinin habis kaynağı) olan şahsiyatı karıştırıyor. Veyahut on para kazanmak için ahlâk-ı İslâmiyeyi esasıyla sarsan istihzaat ve terzilât ve müstehcenat (alaycı, rezil edip itibardan düşürücü ve müstehcen yayınlar) ile ezhan-ı şûrede (çorak zihinlerde) ahlâk-ı rezilenin tohumunu ekiyorlar.” (a.g.e.)
* “Ey gazeteciler! Hedef-i maksadımız olan ittihadı sizin cerbeze ile yaptığınız mugalâtalar (demagojiler) ile inhilâl-i anasırı (unsurların çözülüp dağılmasını) netice vermekte olduğundan, bizim delil-i hayatımız (canlılığımızın işareti) olan mukaddemat-ı ittihadı (birliğe giden adımları) akim bırakıyorsunuz.” (a.g.e., s. 188)
* (Medeniyet) Riyayı şan ve şeref ile iltibas etmiş (karıştırmış); insanları da o pis ahlâka sevk ediyor. Gazeteleri o riyaya dellâl, tarihleri de alkışçı yapmışlardır.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 299)
Bu tesbit ve eleştiriler dikkatle okunduğunda, altı çizilen hususların günümüz medyasında da aynen, hattâ çok daha ileri boyutlarla devam ettiği görülür. Ki, bunları dinledikten sonra Sacit Adalı’nın “Aradan bir asır geçmiş olmasına rağmen değişen hiçbir şey yok” demesinin sebebi de bu.
Teknolojik bakımdan çok gelişen ve gazetelerin ötesinde radyo, TV, internet gibi araçlarla daha da çeşitlenen bugünün medyasında da;
* İslâm ahlâkını sarsan ve fikirleri karmakarışık hale getirerek kamuoyunu perişan eden...
* Abartılı, yalan ve ifratkâr söylemlerle darbe ve müdahalelere ortam ve zemin hazırlayan...
* Düşmanlık ve kin hislerini tahrik eden...
* Fikirleri sığlaştırıp boşa vakit öldürten...
* Patronun veya sözcüsü olunan çevrelerin intikam hisleri uğruna şahısları hedef alan...
* Alaycı, itibar kaybettirici, müstehcen...
* Birlik-beraberlik çabalarını sabote eden...
* Riyakârca alkışlarla birilerini havalandıran...
Tahripkâr yayınlar hâlâ devam etmiyor mu?
Buna karşı, Bediüzzaman'ın yüz sene önceki gazetelere yaptığı çağrı şimdi de aynen geçerli:
“Edipler edepli olmalı; hem de, edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i halise tanzim etmeli.” (Eski Said Eserleri, s. 124)