Darbelerden darbe beğenmek var mı?
MİLLETE rağmen iş yapanlar ekseriyetle darbecilerle iş görür. Gerek 27 Mayıs 1960’daki darbeyi ve gerekse alışkanlık haline gelerek devam ettirilen sonraki darbeleri başka türlü izah etmek mümkün değil. 27 Mayıs darbesine imza atanlara sorulsa “Memleketi uçurumdan kurtardık” derler, ama acaba hadiseler onları doğrular mı?
14 Mayıs 1950’de o güne kadar devam eden çeyrek asırlık “Tek parti CHP” iktidarına son veren Demokrat Parti, üst üste 3 seçim (1950, 54 ve 57 seçimleri) kazanan bir parti olmuş. 27 Mayıs 1960’da darbe yapılmamış olsa muhtemelen bir sonraki seçimi de kazanabilirdi. Muhalifleri, milletin helâl reyleriyle iktidara gelen DP’yi ve merhum Adnan Menderes’i siyasî yolla, seçimle iktidardan indirebileceklerine inanmış olsalardı her halde darbe yoluna gitmezlerdi. Sadece bu gerekçe bile darbecilerin “Memleketi uçurumdan kurtardık” yalanını boşa çıkarmaya yeter.
12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997’deki açık ve gizli darbeleri savunamayanlar, milletin unuttuğunu düşündükleri 27 Mayıs 1960 darbesine sığınır ve ona övgü düzerler. Neymiş, 27 Mayıs darbesi haklıymış! Acaba bu ‘hak’kı kim ve nereden alıyor? Seçimle işbaşına gelen bir iktidarı silâh zoruyla devirmek, sonrasında da başbakanı ve iki bakanını zulmen idam etmek, yüzlerce milletvekili ve partiliyi hapse tıkmak, aşağılamak ve zulmetmek ne zamandan beri savunulabilir davranış oldu?
27 Mayıs darbesini savunanların ileri sürdükleri bir bahane de, sonrasında hazırlanan 1960 anayasasının ‘çok demokrat ve ileri bir anayasa’ olduğu iddiasıdır. Belki bazı maddeleri görünüşte ‘ileri’dir, ama önemli olan uygulama değil midir? Madem o kadar demokrat ve ileri bir anayasa idi, niçin değiştirilme ihtiyacı hissedildi? 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde yürürlükte olan “1960 darbesinin anayasası”ndan o günkü idareciler memnun muydu? “Bu anayasa bize dar geliyor” tesbitlerine kimler imza attı?
Hem herkes bilir ki bir şeyin ‘teknik anlamda’ iyi olması yetmez. Uygulama da önemlidir. Anayasada çok güzel maddeler yer alabilir, ama eğer o maddeler uygulanmıyorsa bir anlamı olur mu?
27 Mayıs darbesini savunanlar, darbenin “kendilerine dokunmadığı”nı düşünmüşlerdi. 12 Eylül darbesi ise “sağ”a da, “sol”a da darbe vurmuş, insanları ülke meselelerinden uzak tutmaya çalışmıştı. Hatta bu konuda başarılı da sayılabilir. Çünkü sonraki yıllarda “Ne sağcı ol ne solcu, futbolcu ol futbolcu” anlayışı hakim kılınmaya çalışıldı. Buradaki ‘futbolcu’luk, “Dünya yanarsa yansın, sana bir zararı dokunmuyorsa seyret!” anlamındaydı. Bunun da temelinde kişinen sadece kendisini düşünmesi gerektiği fikri vardı ki, bu anlayış hâlâ destek buluyor, yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.
En başta kendilerini ‘aydın’ olarak tarif edenler; her zaman ve her yerde, her türlü ‘darbe’ye kesin bir dille ‘hayır’ demelidir. “Benim darbem iyidir, bana dokunmayan darbe iyidir, başkasına zarar veren darbeyi desteklemek lâzım” gibi anlayışlar, dönüp böyle düşünenleri de vurur. Hak, hukuk ve adalet diyenlerin; en başta darbelere karşı çıkması icap eder. Geçmişte darbelere methiye düzenlerin, bugün çıkıp “Darbeye hiç sahip çıkmadım” demelerini ibretle duyuyoruz. Keşke öyle olmuş olsa!
Tamam, bundan önce sahip çıktığınız darbeleri sıralamak istemiyoruz, bunun faydası da yok. Bari bundan sonra her türlü darbeye samimî olarak karşı çıkın! Çıkın ki itiraz sesleri daha gür çıksın, darbecilerin cesaretleri kırılsın!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.