Batılı tarihçiler: Sinan Mikelanj’dan büyük
Süleymaniye Camii
Türkler’in 2700 yıllık tarihleri boyunca en iyi dönemleri 16. yüzyıldır (1500-1600). Bu asırda 5 muazzam Türk imparatorluğu, Dünya servet ve egemenliğinin dörtte üçünü elinde tuttu: Osmanlı Türkiyesi, “Türkmen Devleti” denen Safevî İran, Timuroğulları’nın Hindistan imparatorluğu, Osmanoğulları hanedanından (İkinci Murad’dan) inen Güney Hindistan Âdil-Şâhlar imparatorluğu ve Türk’leşmiş Cengizoğulları’nın Türkistan (Şeybânî) imparatorluğu...
Avrupalı tarihçiler Kaanûnî dönemi Türkiyesi’ne dünya devleti (meselâ Fransızca puissance mondiale, Almanca Weltreich) diyorlar. Ben bunu “cihan devleti” diye Türkçe’ye çevirdim (benden önce Türkçe’de hiçbir yazar cihan devleti tabirini kullanmadı). Cihan padişahı yalın şekilde kullanılırsa Kaanûnî’dir. Cihan hâkanı, padişahı olur da cihan mimarı olmaz mı? Şimdi de bu yazılımla ilk defa olarak Mimar Sinan’ı cihan mimarı diye anıyorum. Cihan devleti tercümem gibi kabul görür mü bilmiyorum.
98’İNDE ÖLDÜ 5 PADİŞAH GÖRDÜ
Mimar Sinan, 29 Mayıs 1490 günü Kayseri merkez ilçesinin Kesi bucağının Ağırnas köyünde doğdu ki o gün İstanbul’un Fethi’nin 37. yıldönümüdür. 9 Nisan 1588 günü İstanbul’da konağında öldü. 97 yaşını 10 ay ve 11 gün geçiyordu, yani 98 yaşında idi. Baba-oğul 5 padişah devridir: İkinci Bâyezid, Yavuz Sultan Selim, Kaanûnî Sultan Süleyman, İkinci Selim, Üçüncü Murad...
Süleymaniye Külliyesi‘nden sonra Edirne Selimiye Külliyesi de, geçen UNESCO’nun Dünya İnsanlık Mirası listesine ve himayesine alındı. Sinan’ın en büyük iki eseridir.
Orduya girdi. İstihkâm subayı olarak yükseldi. Yavuz’un İran ve Mısır, Kaanûnî’nin Belgrad, Rodos, Mohaç, Viyana, Bağdad seferlerine katıldı. Köprü mühendisi sıfatıyla parladı. Aynı zamanda seçkin bir fikir adamı ve müellif olan Vezîr-i âzam Dâmâd Lutfî Paşa tarafından bizzat padişaha takdîm edildi. Adam teşhis edip yükseltmekte Türk tarihinde emsalsiz olan Kaanûnî, yaşı 40’ı geçmiş bu istihkâm albayının mimarlık ve mühendislik bilgisine, san’at zevkine, köprü kurmaktaki maharetine hayran oldu. Sinan’ı ordudan aldı. Hassa ser-mîmârı tayin etti ki aşağı yukarı imparatorluğumuzun bayındırlık bakanı gibidir. Bu makamı yarım yüzyıldan fazla muhafaza etti.
Devrinde Türk cihan devletinin bütün imkânlarının elinde bulunduğunu unutmamak gerekir. Cihan mimarı olarak istediği malzemenin âlâsı kendisine verildi. Devrin büyük hattatları, nakkaşları, oymacıları, çinicileri, camcıları emrindeydi.
Değişik planlarla yaptığı (plan ve maket kullandığını biliyoruz) eserlerinin sayısı şaşırtıcıdır: 81 cami, 51 mescid, 81 medrese, 19 türbe, 17 imâret, 3 hastahane, 7 baraj, 8 köprü, 18 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen. Toplam 356’dır. Hersek Köprüsü, Ayasofya Hamamı gibi insanı heyecanlandıracak estetik derecesinde şâheserleri çoktur. Eserlerinin büyük bir kısmı bugünkü Türkiye sınırları dışında kaldı. Bugünkü Sırbistan, Hırvatistan, Bosna Hersek, Kosova, Makedonya, Macaristan, Yunanistan, Bulgaristan. Arnavutluk, Ukrayna, Kıbrıs, İran, Irak, Suriye, Suûdî Arabistan’da çok güzel eserler yaptı.
Yetiştirdiği mimarlar, Hindistan’a kadar giderek büyük eserler inşa ettiler. Sultanahmet kompleksi gibi şâheserler, onun öğrencilerinin veya onların öğrencilerinin eserleridir.
Mimar Sinan’nın Süleymaniye Camii bahçesindeki türbesi.
Mimar Sinan’ı Kaanûnî’nin türbesinin inşaatının başında, elinde mimarların kullandığı ölçü aleti zira ile gösteren bir minyatür. (Süleymannâme’den)
Sinansız bir iSTANBUL düşünülemez
Bugüne kadar hiçbir Türk mimarı, Sinan’ın dehasını aşamadı. İstanbul ve Edirne’ye bugünkü çehresini veren Sinan’ın eserleridir. Sinansız bir İstanbul düşününüz...
Batılı mimari tarihçilerinden bazıları Sinan’ın Mikelanj’dan büyük mimar olduğunu vurgulamışlardır. Zaten büyük Rönesans mimarları ile çağdaştır.
Başarısını, doğuş eseri dehâsı yanında, 16. asır coğrafyasının önemli ülkelerinde bulunmuş, oralarda çeşitli medeniyetlerin birbirine benzemez eserlerini incelemiş, kullanılan malzemeye dikkat etmiş olmasına borçludur. Binlerce İlk, Orta ve Yeni Çağ eserini incelediği muhakkaktır. Onun için sanat ufku, ekserisi yalnız İtalya’yı gören büyük Rönesans mimarlarından geniştir. Bağdad, Şam, Haleb, Kahire gibi İslâm mimarisinin şâheserleri ile dolu Osmanlı kentlerini de gördü. Ama Osmanlı Türkiyesi’ne mahsus, has, karakteristik çizgiyi hiç unutmadı, çok geliştirdi. Sonraki bilhassa bir çok camimizin, Sinan’ın eserleri de görülerek yapıldığı muhakkaktır.
AYASOFYA ONA ÇOK ŞEY BORÇLU
Eserlerini, meselâ İstanbul şehrinin en uygun yerlerini seçerek yaptığını görüyoruz. Gelişigüzel bir devlet arsasında inşaat yaptığını göremiyoruz. Minare mimarisine ve cami akustik’ine verdiği önemi ayrıca kaydetmek gerekir.
Bugünkü Ayasofya, minareleri ile, muhteşem siluetini Sinan’a borçludur. Ayasofya malûm bütün Avrupa’da ayakta kalan en eski mimari eserdir. Bunu da Sinan’ın bazı kısımlarını yeniden inşa ederek yaptığı restorasyona borçlu bulunuyoruz. Sinan’ın eserlerine çok da iyi bakamadığımız, hattâ bazılarını yeni bina yapmak gibi barbarca niyetlerle yıktığımız malûmdur.
2 defa evlenen Sinan’ın çocuğu olmadı. Çok cömertti. Ölümünde mirası, borçlarını karşılamadı; Hazîne-i Hassa’dan ödendi. Süleymaniye Camii yanındaki zarif türbesinde yatıyor. Çok uyum sağladığı Cihan Hâkanı Sultan Süleyman’ın az ötesinde...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.