İman ve kalkınma arasındaki irtibat
İman kalkınmayı gerektirir. Ama, bu taklidi değil, tahkiki iman olmalıdır. Yani, araştırarak, inceleyerek, delillere dayanarak, akıl, kalp, vicdan ve sair bütün duyguları tatmin ederek elde edilen imandır.
Yani, tahkike dayanan iman, “Allah’ın bütün kâinatı kuşatan rububiyet ve idareciliğine, atomlardan yıldızlara kadar cüz'î ve küllî her şeyin O’nun kudret elinden çıktığına, iradesi dâhilinde olduğuna, mülkünde hiçbir şeriki olmadığına şüphesiz inanmak ve kalben tasdik etmek” demektir.
Hepimiz imanın, “kâinatın yaratıcısına, meleklerine, kitaplarına, elçilerine, ahirete (öldükten sonra dirilişe), kadere (olmuş ve olacak her şeyi O’nun planlayıp programladığına) inanma ve kabul etme” şeklinde formüle edildiğini biliriz. Ancak bu, sadece kuru bir “kalbî tasdik ve lisan-ı ikrar”dan ibaret değildir. Bilgi, obje/nesne, olay ve soyut düşünceler, zihnimizin “uygun tepkiler, şuurlu “zihnî oluşumlar” alarak, zihnimizin basamakları ve teknelerinde tahlil edilir, senteze tabi tutulur, yoğrulur ve en son kademede “itikat” (iman, yüksek inanç, kesin kanaat) şeklinde oluşan bir süreci ifade eder. Aynı zamanda kalp, vicdan gibi duygularımıza mal edilerek özümsenir, meleke/maharet hâline getirilerek pratiğe dökülür.
Eğer bir inançta veya sistemde iman boyutu yoksa veya ihmal edilirse, pratik hayata yansıması yoktur veya etkisizdir. Tıpkı tazyiksiz suyun şofbeni, voltajı düşük elektriğin herhangi bir elektrikli cihazı çalıştıramaması gibi…
Kader, ilâhî bir plan ve programdır. Kadere iman eden, planlı ve programlı, düzenli bir hayat sürer.
Ve keza İslâmın şartları, ibadetler, imanın gücü nispetinde yerine getirilir. İbadetler ise, ferdî, ailevî ve sosyal düzeni, dayanışmayı, yardımlaşmayı otomatik olarak sağlar.
İşte, Müslümanların ilmî, ekonomik ve teknolojik gelişme sağlaması iman gücü nispetindedir. Zira Allah’a, kitaplara (Kur’ân’a), peygamberlere iman, teknolojinin en son sınırını çizen ve onların gösterdiği mu'cizelerden ilham alarak ilmî ve teknolojik çalışmalara sevk eder.
Ekonominin itici gücü de temelde imandır. Zira Kur’ân’a ve getirdiklerine iman, tefekkür etmeyi, gözlemlemeyi, araştırmayı, incelemeyi, daima olumlu davranmayı, üretmeyi, yardımlaşmayı ve paylaşmayı gerektirir.
İman, aynı zamanda zekâtı ihyayı ve faizden kaçınmayı icap ettirir. İmanı güçlü olan, ekonominin itici gücü olan zekâtı verir, miskinlik ve sömürü vasıtası olan faize bulaşmaz. Bu da, ülkenin kalkınması, iş sahalarının açılması, insanların iş bulması ve alınlarının akıyla çalışarak üretime katılmaları demektir.
Cemaatle namaz ve hacda olduğu gibi bir araya gelir, kaynaşır, danışır, fikir/ kültür/ tecrübe alış verişinde bulunur. Bu ise, terakki, kalkınma ve zenginlik demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.