İslam hukukunda yenilenme zarureti
Hukuk denilince, toplum akla gelir. Zira hukuk toplum için vardır. Fert için hukuk söz konusu olmaz. Ferdin yaşaması hukuk kurallarını gerektirmez.
Toplum, hayatın süratli akışı içinde gelişmeye tabidir. Hz. Âdem’den bu yana, toplumlar sürekli değişim geçirmektedir. Nitekim yüce Allah tarafından indirilen sayfa ve şeraitler bu gelişmelerin dikkate alındığını göstermektedir.
Gelişmeyen toplum olmaz; az çok her toplumda bir gelişme olur. Gelişme ise değişmeyi gerektirir. Gelişmenin temel taşı akıldır; kafayı çalıştırmaktır. O halde, hukuksal gelişme ve hukuk olayı doğrudan akıl ile ilgilidir. İslam hukuku da akıl ile yakından ilgilidir. Akl eden insanlar gelişirler; gelişince de zaruri olarak değişirler.
İslam hukuku, özellikle Hanefi hukuku, temelde vahye dayalı bir sistem olmasına karşın, % 90’ı akla dayalıdır. Doğrudan Kur’an’a dayalı hükümlerin sayısı, fıkıhta yer alan hükümlere oranla son derece azdır. Kur’an’da direkt hukuki hüküm taşıyan âyetlerin sayısı en iyimser rakamla 250 civarındadır. Hadislerin sayısı da bunun iki-üç katı kadardır. Oysa İslam fıkhında yer alan hukuki hükümler on binler ile ifade edilebilir.
Hanefi mezhebinde içtihada dayalı hükümlerin sayısının 83000 olduğu ifade edilmektedir. Bunların doğrudan Kur’an ve sahih sünnete dayalı olanlarının 1000 adet olduğunu düşünürsek, Hanefi fıkhında aklın çok geniş bir yer kapladığı görülür. Hanefi fıkhı akıl ekolünün mekânı olan Irak’ta ortaya çıkmıştır. Ebû Hanife, çağında akıl okulunun liderliğini liyakatle üstlenen muhterem bir zat olup, içtihatlarında kıyasa, örf ve adetlere, ihtiyaç ve zaruretlere geniş çerçevede yer vermiştir. Bu sebeple, Hanefi mezhebini hayat ile daha sıkı bağlantılı, akıl ağırlıklı bir mezhep olarak değerlendirmemiz gerekir.
Durum böyle olmasına rağmen, Ebû Hanife’nin içtihatları, sonradan mezhepleştirilerek fıkhi hükümler de zamanla nas gibi, ilahi bir metin gibi algılanmış ve bu hükümler ne yazık ki dondurulmuştur. Bu çerçevede, müçtehit imamların görüşlerinin, âyet ve hadisler gibi değişmeyeceği ve ihtiyaçlara göre değişme ve gelişme göstermeyeceği düşüncesi esası kabul edilmiştir. Diğer mezheplerde de durum bundan farksızdır.
Ancak, mezhep imamlarından sonra, toplumlarda birçok değişme ve gelişmeler olmuş, yeni Müslüman olan milletlerin beraberinde getirdiği birçok sorun ortaya çıkmıştır. Bu değişim ve gelişim, halen devam etmektedir. Başlangıçta, mezhep imamları tarafından dikkate alınan gelişmeler, ne yazık ki sonradan gelen âlimler tarafından dikkate alınamamış, dolayısıyla hukuki konularda fıkıh, topluma paralel gelişmemiştir.
Oysa canlı, dinamik ve yaşayan bir İslam hukukunun varlığı, Müslümanlar için bir zarurettir. Tarihteki yoğun hukuki çalışmalar ve büyük birikimlerin heba olmaması gerekir. Bu çalışmalar bizim iftihar vesilemizdir. O muazzam gayretlerin çağdaş çalışmalarla takviye edilmesi, günümüzün sorunlarına çözüm getiren bir İslam hukukunun ortaya çıkarılması gerekir. Hatta bunun bir fariza olduğunu da söylememiz gerekir.
Gerek halkımız gerekse okumuş kesim, belki bu sorunların farkında bile değildir. Konunun halkımıza ve değişik meslek kesimlerine anlatılması ve bilime gereken desteğin alınması gerekir. Halkımız bugün hayır olarak sadece binalara, öğrencilere yatırım yapmakta; ya Kur’an kursu binası yahut yurt ve camilere yardımda bulunmaktadır. Çünkü bunlar göz önündedir ve önemi anlaşılmıştır.
Oysa bilime ve bilimsel çalışmalara, düşünce üretmeye de büyük destek verilmesi gerekir. Toplumun ayakta durması için, sadece bedene, görünen değerlere önem vermek yeterli değildir. Belki beyine de yönelmek ve onun üretmesi için yatırım yapmak gerekir.
İslam hukukunun geliştirilmesi, kanaatimizce İslam dünyasının en önemli sorunlarından biridir. Toplumumuzun, İslam hukukuna çok ihtiyacı vardır. Mevcut hukuk sistemi dışarıdan ithal edilmiş olup başkalarının bünyesine göre oluşturulmuştur. Yabancı bünye bizim bünyemize uymaz. Hukuksal anlamda çekilen sıkıntıların asıl sebebinin bu nokta olduğunu söyleyebiliriz.
İslam hukukunda, Kur’an ve sünnetin renkleri bariz bir şekilde görülür. Kur’an ve sünnet merhameti esas almıştır. İnsana zulmetmemek esastır. Mevcut hukuk düzeni ise bizim insanımızı gereği gibi mutlu kılamıyor. Örneğin; icra ve iflas kanunları, kelimenin tam anlamı ile kapitalizm kokuyor. Kapitalizm acımasızdır. Borcunu ödeyemeyecek duruma gelen bir insanın, bir sanayicinin, bir iş adamının, bütün malvarlıklarının elinden alınmasına, hatta haps edilmesine ve aile fertleri ile birlikte muhtaç duruma gelmesine imkân verir; zayıf düşeni değil sermayeyi, güçlü olan kapital sahibini korur.
İslam hukukunda, borçlu kişi eğer malı olmadığı halde borcunu ödeyemiyorsa, evine ve maaşına dokunulmaz. Belki insan olarak yaşamasına imkân verilir; ödemeleri tehir edilerek ona yardımcı olunur. Nitekim Kur’an, zor durumda kalan borçluya ödeme kolaylığı elde edinceye kadar mühlet verilmesini tavsiye ediyor; hatta ödeyemeyecek durumda onlara borcun bağışlanmasını öneriyor.
Tarihte, Müslümanların bünyesine göre şekillenen İslam hukuku son derece zengin ve güçlü bir hukuk sistemidir. İslam dünyasında çağdaş bir İslam hukuku olmadan toplumun manevi ve ruhi değerleri ile ayakta durması mümkün değildir. Dolayısıyla İslam hukukunu çok iyi tanımalı ve onun değerini bilmeli, çağın ihtiyaçlarına göre geliştirilmesi için ne yapmak lazım geliyorsa yapmalıyız. Bunun yolu İslam hukukunu yenilemek ve geliştirmekten geçer.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.