İkindi namazının asr-i sanide kılınması meselesi
Ülkemizde çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar, Hanefi mezhebine mensuptur. Hanefi Mezhebinde hâkim olan genel kural, Ebu Hanifenin görüşü ile amel etmek ve ona göre fetva vermektir. Buna rağmen, bazı meselelerde, toplum ihtiyaçlarına daha uygun düştüğü için, iki imamın görüşü ile de amel edilmektedir. Bunda zaman ve mekân farklarının etkisi vardır. Ramazanda iğne vurulmanın orucu bozmayacağı meselesi ile altından diş kaplatmanın caiz olması fetvalarında iki imamın görüşü, insanların ihtiyaçlarına daha uygun düştüğü için, onların görüşü tercih edilerek bu problemler çözülmektedir.
Ebû Hanifenin görüşünün daima önde olması bir taassup neticesi ortaya çıkmamıştır. Bunun dayandığı haklı sebepler vardır. Ebû Hanifenin fıkıhta kolaylık ilkesini esas alması, insanların ihtiyaç ve zaruretlerini çok iyi bilmesi ve buna bağlı olarak ihtiyaç ve zaruretleri dikkate alması en önemli sebebi teşkil etmektedir. Mezhep içindeki diğer müctehit imamların bir kısmı kıyasta, bir kısmı hadiste, bir kısmı Arap dili ve edebiyatında ileride olmasına karşın, Ebû Hanife istihsanda çok ileride idi. İstihsan kuralcılığın zıddı olup topluma kolaylık sağlamak anlamına gelen bir İslam hukuku metodudur. Bizde eğer bu metot uygulansaydı, Türk siyasetçileri toplumu bu kadar sıkmazlardı.
Buradan asr-ı sani meselesine gelmek istiyoruz. Nedir asr-ı sani meselesi? Asr-ı sani, ikinci ikindi vakti demektir. Hanefi fıkıh kaynaklarında namaz bahsinin başında, önce vakitler tarif edilir. Çünkü vakit namazın ifası için önceden bulunması gereken bir şarttır. Farz namazların vakti, saatin olmadığı bir dönemde, bir ilmihal bilgisi olarak verilir. Zira vakit girmeden namaz farz olmaz. Vakit için de sağlam bilgiye ihtiyaç vardır. Sağlam bilgi ise sağlam temeller üzerine oturtulmuştur.
İşte bu çerçevede, mezhep içinde ikindi namazının vakti anlatılırken, farklı iki görüşe yer verilir. Verilen bilgi şudur: Öğleden sonra bir cismin gölgesi Doğu istikametinde iki misli uzayınca Ebû Hanifeye göre, ikindi vakti girer; öğle vakti çıkar. İki İmama göre ise bir cismin gölgesi bir misli uzayınca öğle vakti çıkar, ikindi vakti girer. Bu görüşe göre öğle namazının vakti namaz kılan müminler için daralmakta ve insanlar için zaman açısından sıkıntıya düşülmektedir.
İki imamın bu görüşüne göre öğle vakti kısa, ikindi vakti geniş tutulmaktadır. Asırlarca ülkemizde Ebû Hanifenin görüşü esas alınmış ve öğle vakti uzun, ikindi vakti daha kısa olmuştur. Bu durum esnafımızın, çiftçimizin, işçimizin, devlet memurlarımızın ve halkımızın ihtiyacına daha uygun düştüğü için, öğle ve ikindi namazlarının, vaktinde eda edilmesine yardımcı olmuştur. Durum, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar bu şekilde devam etmiştir. Cumhuriyetten sonra ilk etapta şehir merkezlerinde, ikindi vakti iki imamım görüşüne göre belirlendiği için, öğle vakti daraltılmış, dolayısıyla namazın kaçırılma tehlikesi daha da artmıştır. Kasaba ve köylerde ise İmam Azamın görüşüne göre ezan okunmuş ve asrı-i sani esas alınmıştır.
Zamanla çerçeve daraltılarak, kasaba ve köylerde de iki imamın görüşü esas alınarak ikindi vakti, Asr-i evvele göre daha erken okutulmaya başlanmıştır. Bunun asıl sebebinin ne olduğunu doğrusu tam olarak bilemiyoruz. Bu hususta direnen bazı bölgelerin, yakın senelerde direnişi kırılmış ve artık Türkiyenin her yerinde iki imamın görüşü istikametinde ülke fethedilmiştir. Bunun böyle yapanlar hangi maksatla yapmışlardır, dayandıkları mantık nedir? Doğrusu bunu bilebilmemiz mümkün olmamıştır.
Eğer Diyanet İşleri Başkanlığınca, vakitlerin öne yahut geriye alınmasında, halk için bir fayda düşünülmüşse, acaba ne gibi bir fayda hâsıl olmuştur? Eğer böyle bir fayda düşünülmemişse, düşünmeden iş yapmak Diyanet İşleri Başkanlığının yapacağı şey değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı dini bir konuda, özellikle asırlarca devam eden faydalı bir uygulamanın aksine bir ayarlama yaparken bunda mutlaka halkın maslahatını gözetmesi gerekir. Kanaatimizce bugünki çalışma şartlarında ikindi vakti konusunda, iki imamın görüşünü esas alarak vakit ayarlaması yapılmasında halkımız için maslahat değil belki mazarratı vardır. Zira öğle namazının vaktinin daraltılması ile bir devlet memuru, bir asker, bir çiftçi, bir bir işçi öğle namazını kazaya bırakmadan rahat bir şekilde eda etme imkânından yoksun bırakılmış olur. Oysa vakit geniş tutulduğu takdirde geniş bir zaman dilimi içinde kişilerin diledikleri saatte namazlarını kılma imkânı hâsıl olmaktadır.
Asr-i sani vakti, İmam Azamın benimsediği görüştür. Bu görüşe göre ikindi vakti akşama yaklaşık iki saat kala başlamaktadır. Yaz aylarında öğle vakti Ebû Hanifeye göre yaklaşık altı saat olmaktadır ki, bu zaman dilimi içinde, devlet daireleri kapanmakta, vardiya usulü ile çalışanlar dâhil, işçiler dağılmakta, çiftçiler işlerini tamamlamakta, öğrenciler evlerine dönmektedirler. Dolayısıyla namaz kılan Müslümanların, bu ibadeti vaktinde ve geniş zaman içinde daha rahat bir şekilde kılmaları imkân dâhiline girmektedir. İşte Ebû Hanifenin asr-i sani/ikinci ikindi vakti görüşü toplumun çok yaygın değişik kesimlerine bu imkânı tanımaktadır.
Kanaatimizce, günümüzde ikindi vakti, yetkililer tarafından tekrar gözden geçirilerek, eskiden olduğu gibi, İmam Âzamın asr-i sani görüşüne göre yeniden belirlenmeli ve eskiden olduğu gibi, halka büyük kolaylık sağlayan Ebu Hanifenin görüşü esas alınmalıdır. Bu görev Diyanet İşleri Başkanlığı ile Din İşleri Yüksek Kuruluna düşüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, halka kolaylık sağlamak ve ibadetleri daha rahat bir ortamda eda etmeye yardımcı olmak için vardır. Dolayısıyla bu misyonunu yerine getirmeli, bin yıllık kolaylaştıran uygulamayı geri getirmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.