Tasarruf devri
Nihayet insanları tasarrufa teşvik eden açıklamalara da şahit oluyoruz. Bu çağrıların ekonomik kriz ihtimalinin arttığı günlere tevafuk etmesi de isabetli. “Alın-verin, ekonomiye can verin!” propagandalarından, “Dikkatli olun, ihtiyacınız olmayan şeyleri almayın, tasarruf edin” noktasına gelinmesi; kriz korkusunun insanları terbiye etmesi ile açıklanabilir.
Gerek devlet ve gerekse fert olarak krizlere sürüklenmemiz, kendi çapımızda ‘ödeme dengemiz’in bozulması; israf ile çok irtibatlıdır. “Bu da lâzım olur, bu da” diyerek alış veriş sepetlerini dolduranlar nihayetinde borç havuzunda yüzmeye, krize sürüklenmeye ve sıkıntı çekmeye mahkûmdur. Türkiye, vergi olarak topladığı paraları uygun yerlere harcamış olsa krizler çıkar mıydı? Fayda vermeyen gösterişli toplantılar, karşılama ve uğurlama törenleriyle neleri kaybettiğimizin farkında mıyız?
Dünya, hükmen bir köy haline geldiğinden dolayı başkalarının krizi bizi de etkiliyor. “Bize birşey olmaz” dönemi çoktan sona erdi. Dünyadaki bir insana ‘birşey’ oluyorsa, bize de olabilir. Artık ekonomide de, siyasette de “kelebek etkisi”nden bahsetmek mümkün. Dünyanın bir ucundaki kelebeğin kanat çırpmasının diğer ucunda fırtınaya yol açması şeklinde anlatılan bu etki, dünyadaki en ufak bir değişimin, zincirleme olarak başka değişikliklere sebep olabileceğini hatırlatır. Türkiye’den binlerce kilometre uzaktaki bir ülkede patlak verececek muhtemel bir kriz, ülkemizi de, başka ülkeleri de tesiri altında bırakabilir. O halde, “Bize bir şey olmaz” inadından vaz geçmek gerekir.
Türkiye’yi idare edenler “Olumsuz senaryolara da hazır olmamız gerekir” diyorlar. Doğrudur, her zaman işi yokuş tutmakta fayda var. Fert ve devlet olarak biz işimizi yokuş bilelim, ona göre tedbirli olalım; neticede yolumuz düz ve kolay olsa ne kaybederiz ki?
Unutmamamız gereken bir nokta da bütün krizlerde en ağır faturayı fakir fukara olanların ödediğidir. Krizlere yuvarlanan hükümetler, çıkış yolu olarak hemen ‘zam’ silahına sarılıyorlar. Zamlarden etkilenenler de bilhassa maaşla çalışanlar oluyor. Hep böyle oldu, bundan sonra da farklı bir şey olması kolay değil.
“Dere kenarında abdest alırken dahi suyu israf etmemek gerekir” anlayışına sahip bir milletin, ‘israf’ tuzağına düşmesi hakikaten ibretlik. Bütün vesile ve vasıtalar insanları ihtiyacından daha fazla harcamaya teşvik ediyor. Sadece alış veriş yaparak mutlu olan, alış veriş yapamadığı zaman kendisini huzursuz hisseden insanlar olduğunu ve bu durumun tıbben bir hastalık kabul edildiğini de akılda tutmak lâzım.
Krizlerle ilgili bir değerlendirme yapan Prof. Dr. Turan Öndeş de, büyümek ve gelişmek isteyenlerin hedefine ulaşabilmesi için tasarruf yapması gerektiğini söylemiş. Öndeş, tasarruf etmek isteyen orta gelirli birine her şeyden önce harcamalarını gözden geçirmesini tavsiye etmiş.
Kazandığımızdan bir lira fazla harcıyorsak hükmen fakir, kazancımızdan bir lira az harcıyorsak zengin sayılırız. Ülkeler de bütçelerini denkleştirebilmek için kazandıklarından daha az harcamayı öğrenmelidirler. Fert ve toplum olarak tasarruflu yaşamayı öğrenir ve paramızı israf çöpüne atmazsak muhtemel krizleri daha kolay savuşturabiliriz.
Gerek sivil toplum kuruluşları ve gerekse konu ile ilgili diğer kurumlar milletimizi bu noktada ikâz etmeli, ödeyemeyeceğimiz faturaların altına girmeme noktasında uyarmalıdırlar.
Sadece krizlerin hüküm sürdüğü günümüz değil, her devir tasarruf devridir vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.