“Mazlumu getirin” narasına koşan İştirakçi Hilmiler
Uzunca bir süredir kadim dünya görüşlerini bilerek ya da bilmeyerek terk edip, eyyamcı ve arabesk “mazlum – zalim” metaforu üzerinden siyasi varlık sahibi olma eğilimi baş gösterdi.
Herkeste bir “mazlum” gönüllülüğü oluşuyor. Kürt meselesi denilen şeyden Arap Baharı denilen Büyük Ortadoğu Projelerine kadar her türlü olayda merkeze bir “mazlum” konuyor; işgalcisi de, bölücüsü de, liberali de biteviye ağlayan bu mazlumun sümüğünü silme yarışına girişiyor.
Daha önce Irak işgali sırasında ve oldukça güçlü bir biçimde ortaya çıkan “iki zalimden birini tercih etmek zorunda değiliz” şeklinde özetlenen bu bencil ve mazoşist eğilim, şimdi Libya ve Suriye için de beliriyor.
Bu anlayış, işgale karşı tavır alma cesareti gösteremeyen ve elindekini kaybetmeme pahasına değerlerini satmaya alışmış – böyle yapmayı siyaset bellemiş- sivil kuruluşlar ile kendini çarçabuk “mazlumlar” safına atmaya teşne; tembel , bencil, feminen, yarasını teşhire meraklı, zayıf ve dilenci karakterli bireylerin buldukları korunaklı, sağlamcı ve her daim himaye altına girmeye hazır zihinsel bir toplama kampı durumudur.
İşgalciye “haysiyetini çiğnedigin topraklar için sana silah çekecek değilim” güvencesi veren bu kurum ve kişiler, tıpkı Amerikan filmlerindeki “despot generalin ezdiği kara derili mazlum yerli halk” olma konumunu kolaylıkla kabule hazırdırlar. Üstelik kendilerini felaha kavuşturmak için geldiğini iddia eden Beyaz Kurtarıcıları ile vatanları dışında toplantılar tertip etmeyi, bu zillet halini hem de göstere göstere sergilemeyi maharet saymaktadırlar. Allah’tan korkmadıkları gibi kuldan da utanmayanlar, edep yoksunu bu ekşimsi tat ve kokudan, bu pişkin davranış biçiminden rahatsız olanları ise işgalcinin nam ve hasabına her türlü mahkum etmeyi vazife bilmektedirler. Böyle yaparken o çok sevdikleri “mazlum” konumunu bir anda terk edip tıpkı yanardağ tapıcıları gibi gazaplanmasından korktukları “Efendilerinden” bile önce öfkeye kapılmaktadırlar.
“Nasıl olsa mazlumum” bahanesi, her türlü mesuliyet duygusunu iptal ediyor. Sadece mesuliyet duygusunu iptalle kalmayıp, hıyanetin her çeşidini kendine yakıştıran bir mazlumiyet üslubu, hem sol ve sosyalist siyasetleri, hem de muhafazakar ve İslami siyaset etme biçimlerini teslim alıyor.
Burada bir taraftan kendini her şart altında hayatiyet sağlayacağı mesuliyetsiz bir konum olan “mazlumlar kampından” saydırma eğilimi, bir taraftan da açık işgal gibi tavır alınması zorunlu durumlar karşısında afaki bir mazlumlar-zalimler ikilemi üretip, ülkesi işgal edilenle işgalciyi aynı anda lanetleme eğilimi söz konusudur. Böylesi bir tavır son tahlilde işgalcinin altüst edici vasfından medet ummaya, onun yanında yer almaya ve çeşitli laf çevirmelerle ona yaltaklanmaya dönüşmektedir.
İstanbul işgal altında iken sosyalistlik oyunu oynamak isteyen İştirakçi Hilmi’nin durumu, şimdi işaret ettiğimiz bu kesimlerin tamamı için genel bir davranış biçimi oldu.
Hayali “Osmanlı İşçi Sınıfı” adına grev örgütleyen İştirakçi Hilmi, işgalci İngiliz otoritesi ile “toplu sözleşme” masasına oturuyor, böylece “proleter mazlumların” patronaj mevkiinin ancak iİngilizler olduğunu göstermekle vatan nezlinde hıyanetini berkitirken, şahsi ikbal bakımından “kabul edilmiş muhalif lider” rolünü de elde ediyordu.
Bugün kafir savaş uçaklarından yağan bombaların gücüyle işgalciden demokrasi dilenenlerin “mazlumiyeti”, İştirakçı Hilmileri yakından tanımış Türkiye’de bazılarının vücut yağlarını eriten bir emsal olmaya başladı.
Duydunuz narayı, koşun mazlumlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.