Başbuğ kim olacak?
Başbuğ, başkomutan demek. Bu durumda “başbuğ” anayasaya göre, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Demek ki tereddüte mahal yok: Başbuğsuz kalmıyoruz!
Elbette cumhurbaşkanı sembolik ve siyasî bir başkomutan. Ondan askerin fiilen sevk ve idaresi beklenmiyor.
Ordunun başbuğu ise Genelkurmay Başkanı olmalı. İlker Başbuğ bu makama geldiğinde sevinmiştik. Ordu ismiyle müsemma bir “başbuğ”a kavuştu diye.
Sevincimiz kursağımızda kaldı!
Başbuğ Paşa’nın okur yazarlığı zayıf olmalı ki, gidişatı iyi okuyamadı. Makamının hakkını veremedi. Şimdi anlaşılıyor ki, bir deniz albayına yıkılmak istenen “irtica eylem planı” onun bilgisi dahilinde hazırlanmış. Doğruluğu güçlü bir ihtimal ise, bir zamanların “başbuğ”una mahkeme yolu görünecek.
Son on yıl! On yıl ama, sanki on asır! Türkiye’de iki binli yıllar militarist zihniyeti çıkmazlara soktu.
Bir türlü duruş ve konum belirleyemez hâle getirdi. Bir gerçek erkânıharb (‘kurmay’ hiç sevmediğim, ne idüğü belirsiz, uydurma bir kelimedir) zuhur etmedi ki, gidişatı doğru okuyup, askerlik mesleğinin gerçek yerine oturtulması için sorumluluk alsın.
Son başbuğumuz baktı işin içinden çıkamıyor, on yıldır Demokles’in kılıncı gibi sarkıtılan istifa mekanizmasını işletti ve veda etti. Ardından zaten emekliliği gelen kuvvet komutanları aynı şeyi yaptı.
Acziyet istifası! Bu acziyetin kuvvete dönüşeceği ümid edilmiş olmalıdır.
Beklenen olmadı. Jandarma Genel Kumandanı’nın kavrayış yeteneği, meslektaşlarının kriz istifalarını boşa çıkardı.
Necdet Özel Kara Kuvvetleri Kumandanı ve ardından da Genelkurmay Başkanı olacak.
Bir dostum: “Artık benden genç bir Genelkurmay Başkanımız var, müsterihim!” demesin mi?
1950 doğumlu bir paşa Genelkurmay Başkanı oluyor. 61 yaşında! Bildiğim kadarıyla daha genci yok!
1950 önemli. Türkiye’de iktidar seçimle ilk defa el değiştirdi. Seçilmiş cumhurbaşkanı, hükümet işbaşı yaptı. Tek partinin ağır havası dağılmaya başladı.
Ankara’nın ilkmekteplerinden birinde okuyan küçük Necdet’in bu demokrasi havasını soluduğunu tahmin edebiliriz. Tabii ardından darbe geldi. Babası da asker olan genç Necdet’in Harbiyeliliği yetmişli yıllarda olmalıdır. Türkiye’nin askerî vesayeti aşamadığı yıllar...
Sonra 1980 darbesi...
Demokratik dönemde yetişen ama darbelerle yaşamak zorunda kalanlar sadece siviller değil. Askerlerin de darbelerden müşteki olanları vardır. Ama ellerinden bir şey gelmez.
Son darbe denemesi bir felaketti!
28 Şubat ordunun nasıl darbe yapamayacağını, buna karşılık sistemi nasıl sarsabileceğini gösterdi.
Seçimde birinci gelmiş, Hükümet kurmuş parti karargâhtan gelen işaret doğrultusunda Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı!
Bu bir güç gösterisiydi. Güç göstermek iyidir de, sürdürmek zordur. Partiyi kapattınız. Ardından yeni bir parti kuruldu. Onu kapatmaya yürüdünüz. Fakat şartlar öyle değişmişti ki, parti kapatma isteği boşa çıktı. Bu arada Ergenekon darbeciliği kol gezdi.
Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, darbe ihtimali ortadan kalktıkça rahatladı ve güçlendi. Bu çok açık görülüyor.
Başbuğun işi çok! En başta çok keskin ideolojik eğitimin değiştirilmesi gerekiyor. İdeolojik eğitim darbeci zihinler yetiştiriyor. Dini kavramlardan vazgeçemeyen ordunun, dinle-dindarla arasındaki mesafeyi kapatması gerekiyor.
Askeriyenin kendini siyasetten sorumlu görmesi anlayışının değişmesi şart. Asıl görevin ihmali anlamına gelen siyasi yaklaşımlar yerine, uzun vadeli stratejilere yönelmenin tam zamanı...
Ordu yeni nesil “Başbuğ”unu buldu, çözüm de mümkün!
“NURAY APLA”NIN TÜRKÇE AYIBI!
Nuray aplamız “Ayıp ediyoruz” diye bir yazı yazmış. Daha üçüncü cümlede Türkçeye ayıp etmiş. “Herkes savaş boyalarını kuşandı” buyuruyor. Silah kuşanılır; tamam! Boya ne yapılır peki? Belki makyaj ustası değil ama, hiç olmazsa bu kadarını zat-ı aliyeleri bilir diye düşünüyorduk!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.