Şimdiki “İsyanbol”, fetihle beraber “İslâmbol” o
Tarihin büyük kumandan ve devletlerinin almaya azmettiği bu müstesna şehrin fethi, Fâtih Sultan Mehmed Han ve ordusuna nasip olmuştur. Aynı zamanda Sultan İkinci Mehmed Han müjde-i Peygamberî’ye nâil olmuştur…
İstanbul; muhâsarasından fethine, fethinden îmar ve iskânına kadar her safhada İslâm’ın emrine muhâtab oluyordu. Başta Peygamberimiz’in hadis-i şerifleri, ondan sonra ilk İslâm ordularının şehri muhâsaraları ve burada pek çok sahâbenin şehid olması…
Bütün bunlar bu şehri İslâm olmaya sevkeden âmillerdi. Fetih sırasında başta Akşemseddin Hazretleri olmak üzere birçok velî insan fethin mânevî tebşîrâtında (müjdesinde) bulunuyordu.
Fethin müyesser oluşunun ardından, Ebû Eyyüb el-Ensârî Hazretleri’nin kabrinin bulunması da bu tebşîrâtın (müjdenin) bir neticesi idi. Fethe yardıma gelen ve zamanın kutb-ı irşadı olan Şeyh Ammed yani Ubeydullah Ahrar Hazretleri’nin mânevî yardımları da bu şehrin İslâmlığını teyid ediyordu.
Ulemâ ve şeyhlerden üç bin kişi Osmanlı ordusu içinde bulunup askere mânevî telkînatta bulunuyordu. İslâm dünyasının muhtelif yerlerinden, müridleriyle birlikte gelip fethe iştirak eden yüzlerce şeyh ve evliyâ vardı. çünkü bu insanlar – hadiste, ne güzel askerlerdir diye müjdelenen- “Ni’me’l-ceyş”ten olmak istiyorlardı.
Fetihten sonra İstanbul’da câmi, medrese, tekke-zâviye gibi İslâmî eserlerin kurulması, şehrin çehresini maddî olarak da İslâm'a sevk etmeye başlamıştı. Tarîkat mensubları şehrin mânevî şekillenmesini hızlandırmıştı.
Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul şehrine “İslâmbol” ismini verdi. Fetihten sonraki ilk Cuma namazı Ayasofya’da kılındı. Namazda müezzinler yanık sesleriyle âyetler okurlarken, Akşemseddin Hazretleri, Sultan Fâtih’i kolundan tutarak büyük bir hürmetle minbere kadar getirdi. Orada Sultan, “Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah’adır” dedi ve câmide bulunan herkes bu muazzam mânevî hava içinde gözyaşı döktüler.
İstanbul’un “İslâmbol” şehrine dönüştüğünün en büyük alâmeti de işte bu namazın kılındığı Ayasofya’nın câmiye çevrilmesi olmuştu.
Dünya tarihinin akışını değiştiren, bir çağı kapatıp yeni bir çağ açan ve getirmiş olduğu adâletle Batı’nın karanlık bir dünyadan kurtulmasını sağlayan İstanbul’un fethi gibi muazzam bir hadiseyi, küçük düşürmek için uğraşan batı hayranı yerli müellifler de var.
Osmanlıların İstanbul’u fethi, aynı zamanda Batı’da karanlık, ibtidâî (ilkel) ve birçok yönleriyle utanç verici ortaçağın kapanmasına ve ilim, insan hakları, adâlet, hukukta eşitlik prensiplerine yönelmeye vesile olmuştur.
Kadını insandan saymayan ortaçağ zihniyeti, insan olmanın şuuruna İstanbul’un fethinden itibaren ermeye başladı. İstanbul’un fethiyle, Roma tahakkümü yerine Osmanlı adâleti gelmiş, bir çatı altında onlarca millet toplanarak, yüzyıllarca huzur ve adâlet içinde yaşamışlardır.
İslâm âlemi ve onun temsilcisi olan Osmanlı Türkleri huzur içinde yaşarlarken, Avrupalılar kendi ırkları dışındakileri insan bile kabul etmiyorlardı. Ahlâksızlık had safhada olup kadınlar zincire vuruluyor, ilim adamları ateşlerde yakılmak isteniyor, kilis