Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ontolojik sorunu
Müstafi Genel Kurmay Başkanı Işık Koşaner’in basına sızan konuşmalarının ilk bölümü, bende sempati uyandırmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son yıllarda çok tartışılan “operasyon zaafları”nın altında “kasıt”tan ziyade hantallık, köhnelik ve beceriksizlik olduğunu tahmin ediyordum ki, emekli generalin sözleri bunu doğrular gibiydi.
Ancak “Koşaner ifşaatları”nın ikinci serisinde geçen bir kısım var ki, burada sempati beslenebilecek bir zaaf değil, endişe verici bir kibir gördüm. Askeri darbelerin göstermelik “hukuki dayanağı” olan TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddesine dair yürüyen tartışmalar üzerine şunu diyordu paşa:
“Hani diyorlar ya, 35. maddeyi kaldır da bilmem ne maddeyi koy. İster koy, ister koyma. Biz Silahlı Kuvvetler olarak bunun için varız. Bu bizim doğal tarihi görevimiz. Kimse bunun hakkında bize akıl öğretemez. Kimse bunun aksini bize söyleyemez. O zaman biz varlığımızı inkâr etmiş oluruz.”
Bunun günlük dile tercümesi şu: “Biz, gerekli gördüğümüz zaman darbe yaparız. Zaten bunun için varız.”
Bu ise, demokrasimizin 60 küsur yıldır karşı karşıya olduğu tehlikenin, “TSK içindeki münferit cuntalar ve çeteler” filan değil, bizzat TSK’nın zihniyeti olduğunun ilanı gibi.
Özel yetkiler
Sorunun özü bence Koşaner’in “Bu bizim doğal tarihi görevimiz” lafında billurlaşıyor. Çünkü bu söz, TSK’nın, halktan değil, başka bir kaynaktan gelen özel bir yetkiye sahip olduğunu ima ediyor.
Zaten “halk istediği için yapıyoruz darbeleri” deseniz, biraz komik olur. Halk ne istediğini sandıkta bal gibi gösteriyor. Onun için halka değil, başka bir şeye dayanmanız gerek. Yaptığınız sonuçta yine “halk için” olacak, ama sizi halktan daha “akıllı” kılan özel bir yetkiniz bulunacak.
Demokrasiye karşı olan tüm güçler, bu “özel yetki”yi bir yerlerde bulur. Modern çağa gelinceye kadar bu kaynak çoğu kez “din sömürüsü”ydü. Ortaçağ Avrupası’nda “kralların Tanrısal yetkileri” vardı mesela. İslam dünyasında ise, Emeviler’in başlattığı ve siyasi iktidara mutlak itaat telkin eden otoriter anlayış kısmen etkili olmuştu.
Modern çağa geldiğimizde ise “Tanrı adına iktidar” ortadan kalktı. Ama yeni ilahlar adına yeni iktidarlar geldi. Fransız Devrimi’nin eli kanlı Jakobenleri, bir put haline getirdikleri “Akıl”dan yetki aldı. Komünistler, Marx’ın sözde keşfettiği “tarih yasaları”na yaslandı.
Zihniyet meselesi
Bu modern diktatörlük çağının bizdeki karşılığı da Kemalizm’di. Kemalizm’e göre, Tek Parti, yetkisini halktan değil, “akıl ve bilim”den alıyordu. Mustafa Kemal ölünce, bizzat kendisi modern bir ilah ve bir “yetki kaynağı” haline geldi. “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık”, hem darbe yapmak için yeter gerekçe oldu, hem de normal zamanlarda “vesayet” ve “ayrıcalık” sahibi olmak için.
Ancak modern dünyanın artık diktatörlükle değil demokrasiyle tanımlandığı bir çağda yaşıyoruz. Bu konuna en “geri” kaldığı düşünülen Arap ülkelerinde bile artık dikta rejimleri yıkılıyor. Biz Türklerin 1950’de haykırdığı “Yeter, söz milletindir!” sloganı, Kahire’de, Trablus’ta, Şam’da yükseliyor.
Fakat ne hazindir ki, bizim TSK’da pek bir değişiklik yok. Konjonktür darbe yapmaya imkan vermiyor tabii; orası iyi. Ama, Koşaner’e bakarsak, darbeci zihniyet değişmeden duruyor.
Oysa Türkiye bu garabeti taşımaya devam edemez. “Kimse bunun aksini bize söyleyemez” diye hâlâ darbeciliği savunan generallere, “durun bir dakika, o zaman biz niye vergilerimizle sizin maaşınızı ödüyoruz, altınıza tank çekiyoruz, oğullarımızı emrinize veriyoruz” diye sorulur.
Tek çözüm, TSK’nın “özeleştirisini vermesi” ve kendi içinde bir zihniyet değişikliği başlatmasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.