Bugün Bayram
Bir günlüğüne bıraktım siyaseti diplomasiyi.. Size çocukluğumu anlatacağım. Her zaman yapmam bunu. Bugün madem bayram, hadi yaşayalım.. En geç arife gününden Safranbolu’da alırdık soluğu. Zonguldak – Karabük arası motorlu tren ile 3.5 saat çekerdi. Karabük’ten sonra da 40-45 dakika dolmuşla Safranbolu’ya.. Tren yolculuğunda insanın kulaklarının içinin, tırnak diplerinin nasıl kapkara olduğunu bilir misiniz?. O yüzden anneannem biz gelmeden termosifona odunları atmış olurdu. Gürül gürül yanan kazanın yanında yeşil banyo sabunu ile yıkanırdık. O gece sabah olmak bilmezdi. Uyku girmiyor ki insanın gözüne. Kim bilir kaç gündür sadece evde giydiğim beyaz ayakkabılar için “şafak doğan güneş”.. Sabah olacak ve o ayakkabılarla namaza gidilecek çünkü.. Kendimce erken kalktığımı düşünürdüm bayram sabahları.. Zannederdim ki “ilk ben uyandım”.. Oysa herkes ayakta olurdu. Dedemin elinden tutup gittiğim Bayram namazı çıkışı, avluda sıralanıp bayramlaşmak ayrı bir lezzetti. Bütün mahallenin erkekleri, çocukları orada. İnanılmaz bir coşku.. Ve tamamı gerçek.. Herkes oraya isteyerek gelmiş, birbirinin elini isteyerek sıkıyor, birbirine en iyi dilekleri isteyerek söylüyor. O kadar samimi o kadar sahici ki... Ve herkes halinden o kadar memnun ki..
¥
Dönüşte anneannem kahvaltıyı hazırlamış beklerdi bizi. Bir ay sonra ilk sabah kahvaltısı.. Lezzeti de havası da bambaşka.. Sofrada konuşulan başlıca konu da buydu; “sabah kahvaltısını da özlemişiz be”.. Anneannem herkesin gözünün içine bakardı. Zira bir an evvel toplanmalıydı sofra. O gün inanılmaz bir trafik olacaktı o evde.. Arka odadan, bunun işareti sayılabilecek böreğin kokusu gelmeye başladı bile. Daha kahvaltı sofrasından kalkmadan ilk heyet kapıda belirirdi. Hiç şaşmaz... Benim vazifem belliydi; herkese şeker ikram edilecek. Şeker tabağı yerine konmadan önce bir tane de mideye indirilecek. Evvela börek çıkardı davul fırınından, sonra da ev yapımı baklavaya şerbeti dökülürdü.. İkram faslı böylece başlamış olurdu. Kuzenler, yeğenler bir yıl sonra yeniden aynı evde buluşuyorduk. Dahası, bir yıl evvel değil de, sanki 15 dakika önce görüşmüşüz gibi kaldığımız yerden devam ediyorduk. Yarım saat sonra babaları ayaklandığında bütün çocuklar hep bir ağızdan yalvarırdık; “noolur beş dakka daha, lütfen” beyhude bir yakarıştı elbette.
¥
Bayramın vazgeçilmezi, bayram harçlığıydı şüphesiz. Olmasa olmazdı. Bugün de böyledir. Ayıbı da yoktur bayram harçlığının şımarıklık da değildir. Çocuğa bayramda harçlık verilir. Bir komşumuz harçlık yerine mendilli çoraplı ve şekerli paketler hazırlardı günler öncesinden. Bütün çocuklara aynı paketten verirdi. O da güzel olurdu. Harçlıklarla kız kaçıran alınır, mantar tabancası alınır, ve Safranbolu’nun ünlü “Bağlar Gazozu” içilirdi. İçinde otomobil lastiğinden, ayakkabı boyasına, teneke beyaz peynirden, namaz seccadesine kadar her türlü ürünün satıldığı bir buçuk metrekarelik bir dükkan düşünün. Tavandan iplerle sarkan ürünler. Bakkal İsmail Turgut.. Bayram harçlığı genellikle orada yenirdi. Ve genellikle bayramın birinci günü akşam olmadan biterdi o para. Belki de bütün bir yıl, özgürce harcayalım diye verilen tek paraydı bayram harçlığı. Çocuğun, alışveriş hürriyetini kazandığının göstergesiydi. Birey olduğunun ispatı.. Cebindeki para kendisine ait ve bakkala gittiğinde hür iradesiyle tercih yapıyordu. Kim bilir ilk ne almıştım ben bayram harçlıklarımla.. Vay be..
¥
Bugün Bayram. Biraz huzura ihtiyacımız var. Birkaç gün mutlu olabilir miyiz lütfen.. Herkese iyi bayramlar. Kalın sağlıcakla.