Bir gariplik var gibi
Tuhaf bir durum var ortada. Bir ses kaydı çıkıyor birden bire. Işık Koşaner’e ait. İçinde sansasyon yaratacak bir şey yok. Birtakım özeleştiriler var. Komutan, belli yerlerde, silahlı kuvvetler içindeki eğitim eksikliğine dikkat çekiyor. Basına fazla malzeme verildiğini söylüyor. Ama verilen malzemeyi yalanlamıyor. (Analı-babalı tenkitlerde bulunmayacağım, merak etmeyin) 1. Ordu’daki darbe çalışmalarının seminer planı olduğuna özellikle vurgu yapıyor. Ve onlarca hatta yüzlerce hadiseden sadece birini, Adıyaman’da görev yapan askerin vurulmasını seçiyor. Yani özellikle yargıya intikal etmiş olanını anlatıyor bize. Bir darbe hazırlığı itirafı yok. Bir yolsuzluk ya da usulsüzlük kokusu alabileceğimiz konu yok. Çok çok 35. madde ile ilgili sözleri tartışma yaratabilirdi. O da kontrollü biçimde, tartışılacağı kadar tartışıldı zaten. Bu.. Bu kadar..
Bir ses kaydı, bir Genelkurmay Başkanı.. Ve bir cinayet. Cüneyt Kızılaslan isimli komando erin, iki kaşının ortasından giren 7 x 65’lik mermi. Akıllara durgunluk verecek bir hadise. Herkes her şeyin farkında. Fakat 8’inci Kolordu Askeri Savcılığı tarafından ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ kararı veriliyor ve dosyasına “intihar etti” yazılıyor.. Ne zaman ki 2’nci Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı olaya el koyuyor, o zaman iş biraz biraz büyüyor. Öyle organize biçimde saklanıyor ki kamuoyundan; cenaze töreninde (geçtim askerlerden) Vali bile; “askerimiz şehit ama nasıl şehit düştüğünü bilmiyoruz, araştırıyoruz” gibi garip bir demeç veriyor. Neyse uzatmayalım, sonuçta “bir jandarma er” hakkında dikkatsizlik sonucu “bir başkasının ölümüne sebebiyet vermek”ten, nöbetçi “uzman çavuş” hakkında ise “görevi ihmal”den dava açılıyor. Önümüzdeki ay duruşması var. Genelkurmay Başkanı’nın, “ikrar” ettiği suçla ilgili olarak hakim karşısına, bir er ve bir de uzman çavuş çıkacak yani.
¥
Bu hikayede yerine oturmayan bir şey var. Önce şunu söylemeliyim; Işık Koşaner, günlerdir tartıştığımız bu ses kaydıyla, çok önemli bir itirafta bulunuyormuş gibi görünüp, devam eden davanın seyrini etkileyebilecek bir kanaat ortaya koymuştur. İkinci olarak ise söz konusu itirafın adresi madem silahlı kuvvetlerin bir numarası, o halde şüphesiz inanacağız kendisine. Yani rahmetli Cüneyt, görmemesi gereken bir şeyi görmüş, duymaması gereken bir şeyi duymuşsa ve bu nedenle öldürülmüşse bile artık hepimiz “dost ateşi” ile öldüğüne inanıyoruz. Üstelik de yine öfkeli vaziyette.
¥
Bakın “ille de öyledir” demiyorum. Ama bize, Cüneyt’i toprağa vereceğimiz gün yalan söylediler. Mehmetçiğimizi, PKK’nın saldırısında şehit verdiğimize inandırmaya çalıştılar bize. Tıpkı kendi mayınımızla şehit verdiğimiz vatan evlatlarının ölümünde olduğu gibi. O halde aynı olayla ilgili ilk açıklamanın “yalan” olduğunu biliyorsam, ikinci açıklamaya neden inanıyorum ki?.. Bir uzman çavuş ile bir eri yargılayarak vicdanlarınızı mı rahatlatacaksınız? Bize o kadar çok yalan söylediniz ki, artık hiçbir sözünüze inanasım gelmiyor. Aha da söylüyorum, Işık Koşaner’in o ses kaydını, bilinçli bir şekilde, saptırma yapmak için özel olarak oluşturduğunu düşünüyorum. Sızmadığını, bilhassa servis edildiğini ve sızma gibi gösterildiğini.. Sonunda, “her kelimesinin altına imzamı atarım” diyerek sahip çıktığı o konuşma ile birlikte neyin perdelendiğini de göreceğiz. Neyin saklanmakta olduğunu.. Çıkar kokusu merak etmeyin. Çok yaklaştık. Kalın sağlıcakla.