Test arası eğitim
Henüz yaz tatilinde olmamız, eğitimde yaşanan sıkıntıları konuşmamıza mani olmamalı. Keşke her gün eğitim konuşulsa ve sistemdeki yanlışlar terk edilip, doğrular tercih edilse. Eğitim sistemindeki sıkıntıları konuşmamak, problemlerin çözümünü ve çaresini aramamak sadece bizi değil, bizden sonraki nesilleri de etkiler. Bu noktada, uzun menzilli düşünmekte fayda var.
Geçenlerde ziyaret ettiğimiz bir üniversite öğretim üyesi ağabeyimiz, bulunduğu üniversitedeki eğitim başarılarını anlattı. Yüksek öğretimdeki bazı uygulamalar dolayısıyla artık kaliteli eğitim almak için ‘sınıflara/anfilere’ gitmek gerekmiyormuş. Yapılanlar sevindiriciydi, ama işin rengi “Liseden gelen öğrenciler nasıl?” sorusuna gelip dayanınca değişti. “Bir dokun, bin ah işit” misâli öyle örnekler anlattı ki, üniversite öğretim üyelerinin işinin de zor olduğuna kanaat getirdik.
Neredeyse ilk öğretim öncesine dayanan ‘test eğitimi’nin acı meyvelerini topluyoruz ve muhtemelen önümüzdeki yıllarda daha fazla toplayacağız. Meselâ, üniversiteye kayıt yaptıran bazı öğrenciler, sorulan bir sorunun eğer 4 şıkkı varsa, “Hocam, bu sorunun 5 şıkkı olması gerekmiyor mu? 4 şık var, her halde bu soru yanlış” diyormuş. Çünkü sabah akşam test çözmeye teşvik edilen öğrenci, a, b, c, d ve e şıkları arasında dolaşmaya, onlar arasından seçim yapmaya kendisini şartlandırmış. Farklı bir soru-cevap sistemiyle karşılaştığında bocalıyor.
Başka bir misâl de yine lise eğitiminden üniversite eğitimine geçişte yaşanan sıkıntıları hatırlatıyor. Her ne kadar son yıllarda bazı düzenlemeler yapılmış olsa da problem sona ermiş değil. Sohbet ettiğimiz öğretim üyesi ağabeyimiz, bir defasında, lisede öğrenilmiş olması gereken temel konulardan bahsetmiş. Öğrenci, “Hocam ben bunu hiç anlamadım” demiş. “Nasıl olur? Bu konular lisede öğrenilmeden buraya zaten gelinmez ki?” diye soran hocaya öğrenci ne cevap versin: “Hocam, ben bu konudaki (meselâ, fizik) sorularından hiçbirini yapmadan bu bölüme girdim. Başka konulardaki (meselâ, matematik) soruları cevaplayarak bu bölüme geldim.”
Peki bu tablodan kim sorumlu? Hepimizin sorumluğu var ve düzeltmek için de hepimiz elimizden geleni yapma durumundayız. Hem lise eğitimi, hem de üniversite eğitiminin kaliteli olması için öğrencilerin istidat ve kabiliyetlerine göre yönlendirilmesi en önemli vazife.
Tabiî ki eğitimcilerle sohbet hem tatlı oluyor, hem de örnekler bitmiyor. Öğretim görevlisi ağabeyimize, kapı komşusu olan ‘tamirci’, oğlundan yana dert yanmış. “Hocam” demiş, “Ne ettiysem şu bizim oğlanı istediğim liseye kaydettiremedim. Yoksa (filan) özel koleje mi yazdırsam?” Hocamız da, hem öğrenciyi hem de velisini tanıyor ve kırmak da istemiyor. Tesbitine göre öğrencinin okumak noktasında bir meyli yokmuş. “Peki” demiş, “Günün şartlarına uygun meslek liseleri var. Oğlunuzu buralara vermeyi düşünmez misiniz?”
Tabiî ki, yıllardan beri öğrencilere ders anlatan ve bir anlamda ‘öğrenci sarrafı’ olan eğitimci ağabeyimizin bu teklifi ‘komşu baba’yı memnun etmemiş. “Sanki ona hakaret ettim. Benim teklifimi ve tavsiyemi duymazdan geldi. Oğlunu illa özel koleje verip, çocuğunun değil de kendisinin istediği bölümde okutmakta kararlıydı” diye tesbitlerini özetledi.
Keşke her şeyi yerli yerinde ve lüzumu kadar yapmayı öğrensek. Elbette ‘test’ de lâzım, ama hayatı sadece ‘test şıkları’ arasında yaşamak ne kadar doğru?
Eğitim sistemini konuşmaya, tartışmaya ve tahlil etmeye devam etmeliyiz, vesselâm...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.