Ersoy Dede

Ersoy Dede

Sorun protokol düzeninde değil ki

Sorun protokol düzeninde değil ki

Kısıtlanmış hürriyetlerin karşısında demokrasi savaşçısı olarak basın tarihindeki yerini almış olan Akit Gazetesi’nde, 12 Eylül faşizmini savunacak değilim. Ama insanı öyle bir noktaya getiriyorlar ki...
*
Cumartesi günü Hürriyet’in manşetiydi. “protokolde 12 Eylül Öncesi dönem”.. İsmet Berkan Köşk’e çıkan öndegelim listesini ele geçirmiş, oradan hareketle, yeni döneme dair ümit veren gelişmelerin ipucunu taşımış köşesine. Birincisi, haber bayat. İki yıl evvel Sabah Gazetesi yaptı aynı haberi. Noktasına virgülüne kadar aynı. Tek farkı, o gün “böyle bir hazırlık yapılıyor” deniyordu bugün ise “böyle bir hazırlık yapıldı” denmiş. Neyse habercilik etiği benim ilgi alanım değil. Ben siyasi etiğe bakarım. Altında “12 Ekim 1998” diye tarih yazan “Süleyman Demirel” imzalı “Başkent protokolü öndegelim listesi” değişiyor. Ama adı anılan sadece 12 Eylül Rejimi’nin mimarları. Bravo. 28 Şubat’a selam çakmadan geçmek bu bahiste büyük başarı.. Gene de orasında değilim. Bakın, 12 Eylül öncesinde de başka adlar altında çeşitli protokol düzenleri vardı ve gene asker üst sıralardaydı. Mesela bundan 50 yıl evvel yazılmış “Askeri merasim ve protokol talimatnamesi”.. Üst taraflar, neredeyse bugünkünün aynısı.. Demem o ki, herhangi, bir askeri vesayet yoktu da, 12 Eylül rejimi ile birlikte böyle bir Türkiye’ye uyandık gibi bir his vermek, bir parça gerçekleri saptırmak anlamına gelir. Üstelik meselenin protokol düzeni olmadığı da apaçık ortada. Bu mevcut protokol düzeni nedeniyle, bakan ve ordu şefinin aynı anda katılması gereken NATO Toplantılarına, ikisinin birden katılamadığını ilk yazanlardan biriyim üstelik. Yani bu düzeni savunacak değilim. Ama sorun protokol düzeninde değil. Ona bu gücü veren Anayasada..
*
1921 ve 1924 Anayasalarında (zaten yürütmenin içinde bir yerlerde olduğu için) asker bahsi geçmez. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gördüğü iki sivil anayasadır 1921 ve 1924. Üstelik de İstiklâl Savaşı koşulları altında yazılmış olmasına rağmen bizzat millet iradesinin tecelligâhı olan Meclis’i işaret eden metinlerdir. Ama 27 Mayıs kanlı darbesinin ürünü olan 1961 Anayasası ile ilk kez askeri vesayetle tanıştı bu ülke. 12 Mart’ta pekiştirdi, 12 Eylül’de güncelledi, 28 Şubat’ta tazeledi bu vesayetini. 27 Nisan e-Muhtırası ile ilk kılıç darbesini yedi askeri vesayet. 2010 YAŞ’ıyla diz çöktü, 2011 YAŞ’ı ve Ağustos MGK’sı ile de kan-revan içinde yere yığıldı. Geriye cenazeyi kaldırmak için yapılacak tek bir hareket kaldı. Anayasa..
*
1961 Anayasası, askerin rolünü, ayrı bir erkmiş gibi sunarak “Milli Savunma” başlığı altında, “Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı” bahsinde verirken, Genelkurmay Başkanı için “silahlı kuvvetler komutanıdır” tanımını koymuş. O günden beri de kimse, bu koltukta oturan kişiye neden “komutan” değil de “kurmay başkan” dendiğini sormamış.. Öyle ya, eğer bu kişi “silahlı kuvvetler komutanı” ise gerçekten, 1 numaralı koltuğa “silahlı kuvvetler komutanı” demek çok mu zordu? Ama denmedi. “Genelkurmay Başkanı” dendi. Yani silahlı kuvvetler komutanı olan kişinin (12 Eylül Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı’nın) ordu içindeki kurmay subayı yani. Zaten mevcut anayasa askerin bağlı bulunduğu yerin tanımını da yanlış yaptığı için, Cumhurbaşkanı etrafında dönüyor tartışma. Oysa Başbakan’a hatta Bakanlar Kurulu’na bağlı olması gereken bir yapı ordu. Dolayısıyla Genelkurmay Başkanı da, Başbakan’ın ordudaki kurmay subayı. Gelin ne kastettiğimi, yarınki yazımda izah edeyim size uzun uzun.. Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ersoy Dede Arşivi