Aynı ekip iş başında
2001 Aralık ayında Ecevit Ariel Şaron’la bir telefon görüşmesi yapar. Bu görüşmeyi de basına açıklar. Herhangi bir şeyi saklamadan, sansürlemeden.. Buna göre Şaron, Ecevit’e aynen şöyle der: “Bu Arafat’tan kurtulmaya çalışıyorum”.. Ecevit bu görüşmeyi açıkladığı anda ortalık; “analizciden”, “yorumcudan”, “stratejistten” geçilmez olur. Herkes Ecevit’in uydurduğunu ima ederek, Şaron’un Arafat’tan neden kurtulmak istemeyeceğine yönelik tezler ortaya koymaya başlar.. Gene Ecevit, tüm iyi niyetiyle sessizce izler bu yorumları. Çünkü karşısında baş edilmesi neredeyse imkânsız bir lobi vardır. Hele içimizdeki İsrailliler ile mücadele etmek...
¥
Neyse neticede birkaç ay içinde Arafat’ın Karargahı kuşatılır, elektrikleri kesilir, lojistiğine imkan sağlanmaz.. Karargah kuşatması günler sürer.. O kuşatma günlerinde Ecevit, bu defa partisinin grup toplantısında çıkar ve “Ben size dememiş miydim?” diye haykırır.. Heyecandan sesi titreyerek; “...Yine geçen aralık başında, ben bir telefon görüşmemize dayanarak, Şaron’un Yaser Arafat’ı yok etme kararında olduğunu söylediğimde bazı çevreler benim yanıldığımı, Şaron’un öyle bir niyetinin olamayacağını öne sürmüşlerdi. Oysa Şaron’un bu niyeti de artık açıkça ortaya çıkmıştır; hatta uygulamaya konulmuştur. Yalnız Yaser Arafat değil tümüyle Filistin devleti adım adım yok edilmektedir. Filistin halkına karşı, dünyanın gözleri önünde soykırım uygulanmaktadır...” der..
¥
Bu bir Türk devlet adamı tarafından yapılmış en ağır ithamdı.. Üstelik de İsrail’in devlet olarak meşru varlığını tanıyan ilk Müslüman ülke olmamıza rağmen. Üstelik de onlarca askeri, stratejik ve iktisadi işbirliğinin içinde olmamıza rağmen. Üstelik de yarım asra yakındır müttefiki olduğumuz ABD’nin de ileri karakolunun İsrail olduğunu bilmemize rağmen. Ecevit her şeyi göze almış, duruşumuzu bu ifadelerle ortaya koymuştu.. Sonra o lobi bir kez daha ortaya çıktı. Diplomatik ilişkilerimizi bu hale getirirsek altından kalkamayacağımızı pompalamaya başladılar. En ağır silahları ise ABD’deki Yahudi lobisine olan göbek bağımızdı. Ermeni meselesini tutanların Yahudiler olduğuna inandırılmış, onun üzerinden meselelere bakmaya başlamıştık. “Ecevit geri adım atmazsa, Ermeni meselesi Türkiye’nin başına bela olur” anlayışı yükseltildikçe yükseltildi. Her bakımdan ve herkes tarafından yalnız bırakılan Ecevit, “Üzüntü vermiş olmak istemezdim” diyerek, yarı yumuşak bir geri adım atmak zorunda bırakıldı..
¥
O telefon konuşmasından ve Ecevit’in inatçı tavrından sonra neler mi oldu? Ecevit şüpheli biçimde hastalandı, şüpheli biçimde görevden el çektirildi, bir süre sonra da öldü. Arafat da hastalandı, Fransa’ya götürüldü, Paris’te tedavi gördüğü hastanede zehirlenerek öldürüldü.
¥
TAYYİP ERDOĞAN
Erdoğan, İsrail ile ilişkileri bu seviyede devraldı. 2004’te Şeyh Ahmet Yasin’in şehit edilmesinin ardından ise İsrail’in uyguladığının terörizm olduğunu, İsrail’in Gazze politikasının da bir devlet terörü olduğunu ilan etti. Bu sözünden ise geri adım atmadı. O baskılar, o karşı yazılar, “Bizi bir kaşık suda boğacaklar” çığlıkları atılmadı mı? Gene atıldı. Erdoğan takmadı. Halid Meşal Ankara’da ağırlandı. Yürekler ağızlara geldi. Neler yazdılar neler.. Derken Davos oldu. O koronun sesi daha bir yükseldi. Hiç beklemediğiniz yerlerden öyle tenkitler geldi ki, inanamadım.. “Bizi bitirecekler, finans sistemimizi çökertecekler, yabancı sermayeyi altımızdan çekecekler, savunma sanayimizi perişan edecekler cekler, caklar, cekler, caklar..” neler demediler ki?.. Şimdi de sahnede aynı oyun oynanıyor. Bilmem kaçıncı tekrar. Şu kadarını söyleyeyim, Erdoğan ve arkadaşları sayesinde kendimi bu bölgede güvende hissediyorum. Uzun zamandır ilk kez şahsi bir dış politikamız olduğunu görüp, gururlanıyorum. Evet İsrail bir terör devletidir ve istisnası yoktur. İşte bu da Türk duruşudur. Kalın sağlıcakla.