Kılıç kuşananın, akıl kullananın
Diyelim dünyanın en barışsever insanısınız. Semtinizde huzurun korunması için her şeyi yapmaya, her ödünü vermeye hazırsınız.
Kahvede -ya da, lüks yerlerde ömür geçirenlerden iseniz, cafe'de- otururken içeriye beli silahlı, eli bıçaklı biri dalıp naralanıyor:
"Bu mahallede adalet benden sorulur! İki sokak benim olacak. Gadre uğrayanlar orada toplanacak. Başlarına ben geçeceğim. Var mı ulan gık diyen?"
Hık mık etmeye kalkan bir iki kişiyi tepeledikten sonra gözünü size dikiyor. Biliyorsunuz ki semt ahalisinin bir bölümü uzun süredir gerçekten adaletsiz uygulamaların hedefi olmuş. Ama mahalle kabadayısının peşine takılmadan, daha etkili yollardan hak arama çabaları başarıya ulaşmak üzere.
Bunu söylemek için ayağa kalktığınızda silahşor tosun masanızı devirip bıçağını burnunuza uzatıyor. Ne yaparsınız?
İki seçeneğiniz vardır. Gücünüz ve yüreğiniz yetiyorsa zorbayı madara edip normal çözümlerin hızlandırılmasına omuz verirsiniz. Yetmiyorsa posta koyuşunu sineye çekip oturursunuz yerinize.
İkincisini yapmak çözüm olur mu? Tersine, durum kat kat kötüleşir. Çünkü zorbaya boyun eğmek onu sakinleştirmez, azdırır. Tarih bunun sayısız örneğiyle dolu. "Her şeye rağmen barış" diyen Chamberlain'in Hitler'e ödün üstüne ödün vermesi İkinci Dünya Savaşı ile sonuçlandı. İrlanda'daki kaba güç kullanımını bastıran başka İngiliz başbakanlarının makul istekleri karşılamaları ise o adaya barış getirdi.
***
Venezuela'da bir uluslararası toplantıya katılmıştım. Balkanlar'da Sırp hayvanlığının doruğa çıktığı günlerdi. Birkaç yabancı dost aynı şeyi söylediler:
"Franco barbarlığına karşı sembolik direniş göstermek isteyen dünya aydınlarından bir grup silahla katılmışlardı İspanya'daki iç savaşa. Boşnaklara uygulanan Miloseviç barbarlığına Türkiye'den hiç tepki gelmeyecek mi?"
Ağırıma gitti haklı soru. Yurda döndüğümde hoş bir haber aldım: Ertuğrul Günay durumu incelemek ve protesto etmek üzere bir aydın grubunu Bosna'ya götürmeye hazırlanıyordu. Hemen Ankara'ya seğirtip bir toplantılarına katıldım, birkaç kişinin de silahlı Boşnak direnişçilerin içinde görev almasını önerdim.
Salondaki üç dört hanım bir öfkelendiler ki, sormayın. Barışçı imişler, silahla işleri yokmuş. "Siz savaş yanlısı mısınız?" diye bağırdı biri. Derdimi anlatmayı denedim: "Savaş çıkarmaya çalışmıyorum. O çıkmış zaten. Kan gövdeyi götürüyor. Binlerce silahsız insanın ensesine kurşun sıkanlar kurşunla engellenmeli ki barış kurulabilsin."
Olmadı; savaşseverlikten aklanamadım. Gençleri cepheye yollayıp geride keyif çatan moruk durumuna düşmeyi de kendime yediremediğim için tek başıma Bosna'ya gidip Kara Kuğular adlı seçkin savaşçı birliğine katıldım. Her birini oğlum saydığım o gençlerle yaşadıklarımı Milliyet'teki yazı dizisinde anlatmam haklı barış arayışlarının ülkemizde benimsenmesine biraz katkı sağladı sanırım.
***
Tam ufukta barış görünmüşken 13 askeri uykuda öldüren, polisleri futbol oynarken bir seyirci kadınla birlikte tarayan, koparmaya niyetlendiği toprakta kendi egemenliğini kurmaktan başka derdi olmadığı anlaşılan PKK şimdiye kadar bastırılamadı. Görevli bölümdeki noksanlar ve kusurların giderilmesiyle bundan sonra örgütün -bitirilmesi değil- hizaya getirilmesi olasıdır.
Düzgün işleyen bir devletin iki işi birden yapamayacak kadar acze düşmesi, bir yandan silahlı zorbalığı önlerken öte yandan Kürt kökenli vatandaşların haklı isteklerini karşılayacak atılımları gerçekleştirememesi düşünülemez.
O somut çözümü burada çok kez yaptığım gibi benim dile getirmem de gereksiz. Dün bu sayfada, Hasan Celâl Güzel'in sütununda aynı şey yazılıydı:
"Devlete baş kaldıran ve güvenlik güçlerini şehit eden herkes teröristtir ve mutlaka etkisiz hâle getirilmeleri gerekir. Ancak, bir yandan da kendi insanlarınıza kucak açıp her türlü ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılarsınız."
Hadi, çözüm yolunda el ele verelim. Aklımızı kullanırsak olacak bu iş.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.