Hakikat’sız huzur arayışı
Materyalizmin hâkim olduğu bir dünyada, mutluluğun maddeyle elde edileceğine kananlara şaşmamak gerek. Çünkü insan algısına yön veren kanallar, mutluluğun yol haritasını tüketmek üzerinden çizmişler.
Ne kadar tüketirseniz o kadar varsınız. Değer, maddi varlık üzerinden ölçüldüğünden, varlıklı olmayanlar da dışlanmaktadır. Varolmanın isbatı ise, göstere göstere tüketmekle irtibatlandırılmış vaziyette. Bu da ‘tüketim teşhirciliği’ni tetiklemektedir.
Çağdaş insan sonsuz iştihâsını ne kadar tatmin ederse matematiksel anlamda mutluluğu o kadar çoğaltacağını sanmaktadır. Lâkin iştihânın bir sınırı yoktur, bir yerde imkânının sınırına dayanır, ve o zaman hüznün kapısını aralar.
Bu zeminde varlığı ve dolayısıyla tüketimi arttıkça narsizme (kendine âşık olma hastalığı, ileri merhalede de kendine tapınma), yokluğu arttıkça da deprasyona mübteladır, çağdaş insan.
İnsanoğlunu psikolojik hastalıklara dûçar eden temel etmen iç sıkıntısı, yani kalb üzüntüsüdür. Peki, kalb üzüntüsüne neden olan etmen nedir? İnsan niçin hüzünlü ve dolayısıyla mutsuz olur?
Hüzün; sevilen nesneleri ya kaybetmekten ya da elde edememekten kaynaklanır. Bu da nefsanî acılara sebep olur. Bir daha altını çizecek olursak, hüznün iki temel sebebi vardır: Birincisi, kişinin sevdiklerini kaybetmesi, ikincisi de, arzu ettiklerine kavuşamamasıdır.
Ekmeğini insan nefsinin acılarını tedavi etmekle kazanan çağdaş pozitivist psikiyatrlar, insana; itikad, ahlâk ve ibâdet örgüsünde dayanma gücü kazandıramadıklarından daha çok teskin edici haplar önermekteler. Bir diğer ifadeyle bilinç fonksiyonlarını düşürerek problemi erteleme yoluna gitmekteler.
Aslında dış dünyamızı, fiziksel varlğımızı zenginleştiren de fakirleştiren de iç dünyamızın zenginliği ve fakirliğidir. Bankada sahip olduğumuz rakamlar huzurumuzun katsayısını artırmaz.
Çağdaş insan iç dünyasına, yani hakikatine pek de yabancıdır. Sahip olduğu dünyalıkları tanıdığı kadar kendi iç dünyasını maalesef tanımaz. Ruhuna yabancı birisi kendisini tanıyabilir mi?
Hâlbuki insan iç dünyasıyla barışık olsa, huzura, sukûnete ve mutluluğa kavuşacaktır, ve böylece maddi dünyada da mutlu olmanın imkânını yakalayacaktır. Sözün burasında Efendimizden (sas) câlibi dikkat bir hükmü paylaşmak istiyorum.
Altın ve gümüşü Allah (c.c) yolunda harcamadan biriktirenleri tehdit eden âyet indiği zaman, Rasûlullah (sas): “Altın ve gümüş (biriktirenler) kahrolsunlar!” der. Bu hal, sahabelere çok ağır gelir ve aralarında: “Acaba hangi maldan edinmeliyiz?” diye birbirlerine sorarlar. Sonra da durumu Hz. Peygamber’e arzederler. O da: “Zikreden bir dil, şükreden bir kalb, dînine ve âhiretine yardımcı olacak bir eş” cevabını verir. (Müsnedi Ahmed: 5/366, hn. 23150; İbni Mâce: 3/61, hn.1856)
Çağdaş insanın dûçar olduğu psikolojik sorunların nedeni de, bu hadisin vurguladığı hükmün mehfumu muhalifinden kolayca anlaşılıyor. Allah’ı (c.c) zikreden bir dile, şükreden bir kalbe ve âhireti kazanmak için yardımcı olan bir eşe sahip değilseniz, varlıklı değil, yoksunsunuzdur.
Meselâ eşlerin daha fazla maddeye sâhip olmak için birbirini kışkırttıkları bir dünyada, boşanma oranları artmakta, anne-baba ve çocuklar arasında gerilim artmakta, toplumsal dayanışma ruhu zayıflamakta ve nihayetinde huzursuzluk bir yaşam tarzına dönüşmektedir.
Atomlarına ayrılan ve sadece maddi varlığını tatmin peşinde koşan bencil bireyler bu sürecin bir sonucudur. Hakikat’e dönmeden hakiki huzur elde edilemez çünkü.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.