Helvâ, selvâ, süt ve bal

Helvâ, selvâ, süt ve bal

Leyla Zana, "Bilinçli söylemedim, ağzımdan öyle çıktı; planladığım bir şey değildi, demek ki bilinçaltı" diyerek yemin metnindeki dil sürçmesini nezâketle izah etti.

Gazeteler, "Türk milleti demedi, Türkiye milleti" dediğini ileri sürüyorlar. Meclis Başkanlığı aksi kanaatte, "Yemin anayasaya uygundur" diyor. Bir yazar arkadaş ise sürçmeyi, "hayırlı ve ilâhi bir sürçme" diye nitelediler.

Büyük Türk milleti! Hayır büyük Türkiye milleti!

Anayasanın tavsifi abartılı bir kere. Bir şeyin büyük olduğunu vurgulamak için ille de önüne "büyük" yazmak gerekmez; kapının üstüne kapı olduğunu anlatmak için "kapı" yazmanın gerekmediği gibi. "Büyük Türk milleti" tamlamasında, içe dönük bir propaganda cehdi, hatta gayretkeşliği açıktır; lüzumsuzdur; asıl tartışılması ve yeni anayasa hazırlıklarında üzerinde durulması gereken bu gibi lüzumsuz abartılardır. Biz ona değil de, Türk milleti midir, Türkiye milleti midir konusuna odaklandık.

Haa, "Türkiye milleti" diye yazarsak anayasa üzerinde sosyolojik bir inkılâp yapmış olacağız; kuzu kurt ile gezecek; gökten helvâ ile selvâ inecek, çeşmelerden bal ve süt akacak, ırken Türk olmayanlar gocunmayacak, kendilerini adam yerine konulmamış gibi muğber hissetmeyecekler!

Ecnebîler, bizden (Biz kimiz yahu; hâlâ adını koyamadık; komediye bak!) bahsetmek iktizâ ettiğinde kısaca Türkler deyip geçiyorlar, hatta kısaca Türk dedikleri de çokçadır. Yanlış yapıyorlar ama, "Türkiyeliler" demeleri gerekmez miydi efendiler? Dışişleri personelimiz "bundan gaari" fazla mesai yaparak şu "fâhiş" hatâyı düzeltsin o zaman. Onuncu asırdan beri buralardayız, hâlâ adımızı belleyemedik, neremiz büyükmüş bizim?

Bir ara "Osmanlı'yız" diye bir ara formül çıkarmıştık da, "Ne Osmanlı'sı ayol; biz Arab'ız, Rum'uz, Bulgar'ız, Sırp'ız" diye kıyâm edip vakt-i fursatta kendi bayrağı gölgesine seğirtmekte tereddüt göstermeyen bir kısım reâyayı bir türlü hoşnut edememiştik. Osmanlı'yı yedi düvelin et satırına yatırıp dilim dilim doğradılar; bâkiye kısmını Türk tesmiye ettik. Şimdi, "Ne Türk'ü ayol; bizi Türk diye nitelemeye ne hakkınız var; biz ayıptır söylemesi, kibar tâbirle Türkiye halklarıyız, Türkiye milletiyiz" diyorlar.

Saygıyla karşılıyoruz, aidiyetlerin gururla taşınmasını savunuyoruz (Lâkin doktor anayasal olmayan sıradan Türklere gururlanmayı yasakladı; gaz yapıyor, bir sancı bir sancı!); kendinizi aslen ne iseniz öyle tanıtmak en tabii hakkınız ama hepimizi bir arada ifade etmek gerektiği zaman, genel, anayasal, milletlerarası hukukun icap ettirdiği bir kavram olarak Türk oluyoruz ister istemez, daha doğrusu haydi yine teknik tâbirle ifade edelim, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı" oluyoruz. Efendim biz de muzdaribiz fakat mealesef öyle (Biz bu çocuğu ne kurslara göndermedik müdür bey, ne dersler aldırmadık; aslında zekîdir amcası fakat hercâi!) Esasen Stoke City taraftarları da bizi kızdırmak, yedi ceddimize dahletmek istedikleri zaman alayımızı birden bir sepetin içine koyup "... Turks" diyorlar. Kellim kellim lâ yenfâ; öyle demeyin bilâder, alınıyoruz ama!

Meclis'te yemin ederken dil sürçmesine getirip böyle ufak-tefek tribün gösterileri yapmayı biliyoruz da, bizi (Biz kimiz yahu; hâlâ tam tespit edemedim gitti!) aşağılamak istediklerinde Stoke City taraftarı terbiyesizlere, "Hayır gentlemans, bizi ayrı mütalâa ediniz" diyemiyoruz; "Elin ağzı torba değil ki büzesin mîrim, yaklaşımları oluyor!..) El öyle söylüyor. İşine geldiği zaman, bizi yetmişiki buçuk fasıla ayırıp teker teker isimlendiriyor ama, kafası bozulduğunda bütün turpları aynı sepete koyup "Turks" diyorlar.

Yapmayın ey ecnebî arkadaşlar, altı asırdan beri diliniz sürçüyor; bu kadar da olmaz ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi