Müceddidî çizgiyi takip etmek
Her âlim, her İlâhiyatçı, her müfessir Kur’ân ve Hadis-i Şerif’in müteşabihatını, remiz, işaret ve îmâlarını tam olarak anlamayabilir. Ancak, Âl-i İmran Suresi’nin 7. âyetine göre “ilimde rasih” yani derinlik sahibi olanlar fark edebilir. Onlar, çağı okuyabilen geniş bir karihaya, ince bir anlayışa sahip olan mütefekkirlerdir. Her kesimden insana Kur’ân ve Hadis’in bu yönlerini de açıklayıp rehber olurlar.
Her müceddid, kendi çağının şartlarına göre İslâmın hizmet ölçülerini, ferd, toplum ve siyaset hayatına bakan prensiplerini ortaya koyar.
“Her âlim, müfessir fark edemeyebilir” meselesine gelince: İslâm tarihi boyunca birçok nazarî, batıl, İsrailiyat (müzahref, doğru-yanlış karışık) bilgi, düşünce ve değerlendirmelere muteber kitaplarda rastlamak mümkün. Meselâ:
* Bazı âlimler, “Dünya öküz ve balık üstündedir!” hadisindeki mecazı anlayamamış ve mantığa ters düşecek bir şekilde izah etmişler. Bediüzzaman ise, Lem’alar isimli eserinde, bu hadisin mecaz olduğunu ve üç hakikate bakabileceğini gayet makul bir şekilde ispat eder.
* Birçok mühim ulema, hürriyetin imanın özelliği olduğunu; istibdadın (diktatörlüğün, baskının) ise, İslâma aykırı olduğunu daha tam idrak edememişken; Bediüzzaman Meşrûtiyet yıllarında hürriyetin imanın bir özelliği olduğunu, Meşrûtiyetin (demokrasinin) İslâm’ın kuvvetiyle daha kâmil bir hâle getirilerek devam ettirilebileceğini izah etmiştir.
* İlahiyatçılarımızın bir çoğu Avrupa’yı, AB’yi bütünüyle reddeder. (Batıperestler ise, körü körüne her şeyini alma taraftarıdır.) Bediüzzaman ise, seçicidir, Avrupa’yı tahlil eder, zararlı ve faydalı olarak ikiye ayırır.1
* İkinci Meşrûtiyet’in ilân edildiği yıllarda, dönemin bazı âlimleri, Avrupa’dan gelen yeni icatlara ve elektriğe “Bid’attır” diye karşı çıkıyordu. Birçok âlim, dindar insan sinemaya, resime, fotoğrafa karşı gelirken; Bediüzzaman, “Ara sıra sinemaya ibret için gittiğini” 2 ifade ile eserlerinin yüzlerce yerinde kâinatı, mevsimleri, yeryüzü sahifesini “Rabbânî sinemalar” diye tanımlayarak önemini anlatır.
* Birçok âlim Deccal ve Süfyanı keşfedemeyip, onlara duâcı ve destekçi olmuş. Bediüzzaman ise “Ben bir manevî âlemde İslâm Deccalını gördüm” 3 demiş, onlarla ilgili hadis-i şerifleri izah ederek, yapacakları icraatlara dikkat çekmiştir. Ve “O zamana yetiştiğinizde, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak mânevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın (Kur’ân’ın mu'cizeleri) nurlarıyla mukabele edilebilir.” 4 hadisini rehber alarak tavrını belirlemiştir. Acaba bugün de hâlen mühim ulema, deccalı tanıyor mu? Yoksa sistemine, rejimine şuursuzca payanda mı olmuşlar?
Misâller uzatılabilir. Önemli olan şu hakikati anlamaktır: İlim ve teknoloji de nasıl ki bugünün verilerini esas alıyor ve onlardan istifade ediyorsak; maneviyatta da Kur’ân ve Sünnet’in bu zamana bakan (ferd, toplum, siyaset vb. sahalarla ilgili) ölçü ve metodlarını açıklıkla ortaya koyan ‘zamanın müceddidini’ esas almak gerekiyor. Müdakkik mü’minin yapacağı şey, müceddidî çizgi ve stratejiyi takip etmek, o çizgiden sapmamaktır.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 119. 2- Lem’alar, s. 237. 3- Şuâlar, s. 458–459, Siracu’n-Nur, s. 247. 4- Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neş., s. 131.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.