"Ayıııplar"
Her işi uzmanına mı yaptırırsınız? İyi edersiniz. İşin sahibiyle uzman arasındaki yetki çizgisinin gözden kaçmaması şartıyla.
Bir armatör sahibi olduğu geminin dümenine geçmez. O yetki işin uzmanı durumundaki kaptana ve yardımcılarına aittir. Ama nereye gidileceğine armatör karar verir. İşi İzmir'de ise, "İzmir'e gidelim" derse, İzmir'e gider gemi. Kaptan dümeni Mersin'e kıramaz. Kırarsa, işinin tersine gitmiş olur.
Şimdi anayasa hazırlamak için kollar sıvanıyor. Bugüne kadar o tür hazırlıkları hep "konunun uzmanları" yaptı. "İşin sahibi kimdi?" derseniz, alacağınız resmî yanıt bellidir: "Tabii ki halkımız." Ama uygulamada öyle olmadı. Hep başka "sahipler" ağır bastı.
Bu sefer ne yapacağız?
Çok ince, çok derin, çok karmaşık görevin yine uzmanlara bırakılması gerektiği söylenecek. Elbette öyle. Ama işin sahibi sizsiniz, benim, biziz. Ne istediğimizi, nereye gidileceğini söyleyeceğiz. Oraya nasıl varılacağını uzmanlar belirlemeye çalışacak.
Taslak ortaya çıkınca bakacağız, istediğimiz yere ulaştırıyor mu bizi? Yanıt evet ise, güzel. Yola devam. Değilse, "Olmamış sayın uzmanlar" diyeceğiz. "Rotayı yeniden çizin." Taaa, bu sefer vuslat sağlama alınana kadar.
Vatandaş sıfatıyla ne istediğimi sorarsanız, gönlümdeki hedef hiç karmaşık değil. Geçmişte anayasalar hep toplum sülükleri ve zorbalarının devlet eliyle kayırılmasını sağladı, asker-sivil bürokrasiden hesap sorulmasını önledi. Bugünkü dileğim:
Yeni anayasa devleti halktan değil, halkı devletten korusun.
***
Uzman dedik ya... İyisi yararlı da, kötü niyetlisi felaket oluyor.
İnsan sağlığının korunması en kutsal görevlerden biridir, değil mi? En şefkatli özeni, en lekesiz dürüstlüğü gerektirir? Gelin görün ki çoğu uğraş gibi o "iş alanı" da Batılı dev avanta tezgâhlarının üçkâğıt pazarına dönüştü. Sağlığa neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu kestirmek bile güçleşmekte günden güne.
Görünüşte derde deva, gerçekte kâr artırımı peşindeki tıp ticarethaneleri araştırma sonuçlarının açıklanmasını o hesaplara göre ayarlıyor, kendi ürettiklerini harika ilaç ilan ederken rakiplerin mallarını tehlikeli diye yerin dibine batırıyor. Avantadan pay alan medya kesimleri de borazanlık ederek alet oluyor öyle yutturmalara.
Bize ne kalıyor? Neye inanacağımızı, nasıl yaşayacağımızı, ne yiyip içeceğimizi bilemeyip şaşkına dönmek.
Birçoğumuz yıllardır sabah akşam vitamin tabletleri yutmaktayız "afiyetle". Önceki gün birtakım uzmanlarca açıklandı ki o meretler ömür kısaltıyormuş.
"Bre aman, hapı yuttuk" demeye kalmadan, dün başka haber geldi: sağlıklı beslenen ve egzersiz yapan kadınlar için erken menopoz riski varmış.
Ne olacak şimdi? Buna inanan hanımlar televizyon önünden kalkmayıp yalnız baklava börekle beslenerek fıçıya mı dönecekler? O zaman menopoza erken girip girmemelerinin ne önemi kalacak?
Daha büyük tehlike, sağlığın zararlı olduğu inancının yaygınlaşıp toplumsal hesapları da kapsaması. Bakarsınız iç barış sağlanır, özgürlük artar, ekonomi gelişirse sonuçta durumun tersine dönüverip diktatörlük doğurmasından korkmaya başlarız.
Ciddiye alın. Öyle düşünenlerimiz az değil zaten.
***
Bir başka tehlike de dilimizin tepesinde ağırlaşmakta. Okullarda doğru dürüst öğretilmediği için, Türkçe'yi -iyiden geçtim- katlanılır gibi konuşanlar nesilden nesle azalmakta.
En vahimi, toplumu biçimlendiren televizyonun bu konudaki etkisi. Bülten ve program sunarken göz okşayan cici kızlarla sevimli delikanlıların telaffuzu kulak tırmalamakta. Kanallarda o derde deva sağlayacak para mı yok?
Aslında, alıştık da, bir sözcüğün yanlış söylenişi yaşını başını almış kişileri özellikle çıldırtıyor nedense. Ekranları süsleyen gençler ikinci hecedeki "a" sesini uzatıp "vakaaa" diyorlar.
Uyarılsın lütfen. Ayıııp oluyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.