Yeni anayasa ve “Müslümanca” duruş
Toplumun farklı kesimlerinin ortak kanaati, mevcut anayasanın artık yeterlilik vasfını yitirdiği, çağın gereklerini ve toplumsal gerçeklikleri karşılamadığı; bir an evvel değiştirilmesi gerektiği...
Buraya kadar tamam; ancak bu noktada işler çatallanmaya, fikirler ve kanaatler ayrışmaya, hatta yer yer çekişmeye kadar varıyor. Zira bu noktada, yeni anayasanın temel niteliklerinin neler olması gerektiğinin belirlenmesi lazım geliyor. Yeni nitelikler ise her kesime göre farklılık arz ediyor.
Bu işin sonu nereye kadar gider bilemem; ancak “her türlü kesimin her türlü kanaatleri”nin dikkate alındığı, hesaba katıldığı ve “orta yol - ortak kanaat” arandığı bir zeminde, “hayatını Allah’ın dinine göre yaşamayı ilke edinmiş”, her şeyden de önce buna iman etmiş bir Müslüman olarak, İslami kesimin kanaatlerinin de hesaba katılması gerekmez mi? Biz, “Müslümanlar” olarak “Müslümanca duruş”un neresindeyiz? Buna da bakmak lazım gelmez mi? Bu kapsamda, yeni anayasaya yeni girmesi gereken yeni bakış açısını, yeni kavramları, yeni anayasanın istikametinin ne olması gerektiğini betimleme sadedinde, toplumun en büyük kesimini oluşturduğu söylenen “Müslümanlar”ın inanç, kimlik ve kişilik değerlerinin evleviyetle dikkate alınması çok mu abes olur?
“Müslüman insan”, nedense bir süreden beridir “dini hassasiyetler”ini kaybetti, “tevhidi tutum”unu yitirdi ve “Peygamberi duruş”u öteleyerek, bu zamana kadar reddettiği söylemleri kurtuluş reçetesi veya strateji olarak savunur oldu. Epey bir zamandır sıkıntısını çektiği anayasa hususunda da, değiştirilme çalışmaları kapsamında taraf olarak kanaat belirtmeye, fikir ileri sürmeye çalıştı, çalışıyor.
Elbette bir insanın, üzerine hükmeden bir sistemin, kendisine rahatsızlık veren taraflarının “rahatlama” yönünde değişmesini arzu etmesi normaldir. Ebu Leheb’in tasallutu yerine Ebu Talib’in himayesinde olmak elbette Müslümana daha cazip gelebilir. Ancak bunu bir “ana tercih meselesi” haline getirmek ne derece doğrudur acaba? Yani “Ebu Talib’in fonksiyonu” gibi bir gerekçe belki mazur görülebilir de; İslam davasının “Ebu Talib’in himayesi”yle mi, yoksa “Müslümanca duruştan ayrılmamak” ile mi başarıya ulaştığına bakmak gerekmez mi?
Ya da şöyle söyleyelim: Taraf olduğumuz bir anayasa değişikliğinin, iman ettiğimiz ve hayat düsturu olarak kabul etmekle mükellef olduğumuz Kur’an-ı Kerim ile uyum içinde olup olmadığına bakmak, Müslümanca duruşun bir gereği değil mi? Bundan da önemli bir husus daha var: Hadi “değişiklik” Kur’an ile uyumlu olsun, ancak değişikliğin anayasa bütünlüğü içinde kazandığı anlama da bakmak, anayasa maddelerinde yapılacak ta’dilâtın anayasal sistemin genel geçer esâsatına “Müslümanca duruşa uygun” bir nitelik kazandırıp kazandırmadığını da dikkate almak, “Tevhid”in bir gereği değil mi? Mesela, anayasa değişikliklerine taraf olurken, ya da katkıda bulunurken, Kur’an’da geçen “tağut” kavramının mana ve mefhumunu nereye koyacağız? Hani biz, Allah tarafından, “tağutu reddetmek”le emrolunduk ya!... Peki, anayasa değişikliklerinde taraf olmak ya da katkıda bulunmak, “tağutu reddetmek” kavramının içine giriyor mu, girmiyor mu?
Her Müslümanın, bu ve benzeri sualleri kendi vicdanının derinliklerinde sorması lazımdır diye düşünüyorum. Sonuç itibariyle eğer elde edilecek “Yeni Anayasa” ürününün “Müslümanca duruş”a uyup uymadığının iyi tahlil edilmesi, bunun gereğine uygun bir tutum belirlenerek strateji oluşturulması Müslüman için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Neden mi? Şundan...
Varsayalım ki iyi bir organizasyon yapıldı, kamuoyunun desteği de alınarak anayasa değişikliğinde önemli kazanımlar elde edildi. Peki, bu kazanımlar, Müslümanın vazgeçilemez iman esaslarına uygun olabilecek mi acaba? Hayatın her alanını tam olarak kuşatan tevhid ilkesi yeni anayasanın esasatını teşkil edecek mi, etmeyecek mi? Anayasa “tevhid” ilkesi ekseninde mi biçimlendirilecek, yoksa “laiklik” ilkesi ekseninde mi?... Allahu Teala “hak ile batılı karıştırmama”yı emrederken, acaba Müslümanın taraf olduğu yeni anayasa, nitelik itibarıyla hak ile batılı “ayıran” mı, “karıştıran” mı olacak? Müslümanın kimlik ve kişilik değerlerine acımasızca ve bitmek bilmeyen bir taarruzun yaşandığı bir ortamda, yeni Anayasa İslam inancı ile beşeri arzuları “ayrıştıran” mı, “barıştıran” mı olacak?
Bu sualleri artırmak mümkün; ancak hepsinin aynı kapıya çıktığı da malûm. Demek ki, anayasayı değiştirmeden önce, değişikliğin neye göre ve nasıl olacağının belirlenmesi lazımdır. Bu arada “Müslüman insan” da konumunu, durumunu, tutumunu belirlemeli; neye taraf olduğuna bakmalı, ona göre adımını atmalıdır. Zira Müslüman insan, sürüklendiği kulvarda “meşru” algılanmak için nelere meşruiyet kazandırdığının hesabını ince ince yapmalıdır. İslam’ın “hak” ve “batıl” kavramlarına yüklediği anlam malûmken, “batıla omuz vererek hakkı savunduğunu iddia etme”nin ne anlama geldiğinin de farkında olmalıdır.
Evet. Yeni bir anayasa yapılacak ve bu ülkede yaşayan Müslümanlar da bu anayasadan etkilenecekler. O halde bu değişikliğe taraf olmalılar. Burası net. Ancak esasta net olup da kafalar karıştığı için mat hale gelen husus, “Müslümanın tarafı”nın nerede ve nasıl olacağıdır. Şimdi, bu dünya bir imtihan salonu ise ve şeytan da insana her yönden yaklaşıyorsa, Müslüman, anayasa değişikliğinde nerede ve nasıl durduğundan da imtihan ediliyor olmayacak mı?
Merak ediyorum, meseleye bir de bu yönden bakan kaç kişi kaldı acaba?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.