Neşter atılması gereken en önemli sorun
Bugün güncel politikayı bırakıp, temel bir “sosyal/toplumsal yara”ya işaret etmek istiyorum. Bence “asıl sorun”umuz bu, ancak “günlük politika”nın rüzgârından buna vakit ayırmayı ihmal ediyoruz.
Eş-dost meclislerinde, konu-komşu diyaloglarında duyarsınız. Anne-babaların en büyük endişesi çocuklarına dair. Çocuklarının “İslami terbiye, bilgi, bilinç, amel ve ahlâk”tan yoksun olduklarından; kendi kendilerine, kendi çalışmalarıyla hayatlarını sürdürebilecek “özgüven”den, “yeterlilik”ten, “çalışma ve başarma azmi”nden yoksun olduklarından; her işlerinde “başkalarının desteğine muhtaç” bulunduklarından yakınırlar.
Hakikaten de günümüz nesli sorunlu bir nesil. Anne-babalarının endişe etmelerine yol açacak menfi halleri çok. Çevrenize kulak verdiğinizde, şu tür şikâyetleri çokça duyarsınız: “Sorumluluk duyguları yok. Bencillik” had safhada. Hayatlarında disipline, plân ve programa yer yok. İdeal sahibi değiller. Bir işi yapıp bitirme, başarma arzuları bulunmuyor. Söz dinlemiyorlar. Temel alışkanlıkları edinemiyorlar. Dağınık ve düzensizler. Âdâb-ı muâşeret kurallarından yoksunlar...”
Pek çok ailenin bu tür ızdıraplarını dile getirdiğine şahit oluyoruz. Oysa anne-babaların tüm istediği, çocuklarının daha iyi ve kendilerine ihtiyaç duymadan kendi hayatlarını sürdürebilecek yeterliliğe sahip olmaları. Ancak bu hususta muzdaripler ve umutsuzlar. Yine de herkes, âdetâ gökten zembille inmesini beklediği nesli daha fazla bekleyip başka kuşaklara havale etme tembelliğini takınma lüksü olmadığını biliyor ve bu neslin yetişmesine kendi çocuklarıyla katkıda bulunmak istiyor. Etrafınıza kulak verirseniz, bunun için anne-babaların sessiz çığlıklarını duyarsınız. Onlar şunu istiyorlar:
Çocuklarını “müslüman toplumun bir parçası olma şuuruna sahip müslüman fert” olarak yetiştirmek istiyorlar.
Onlara “hakkaniyet”i, “dürüstlük”ü ve “adil olma”yı öğretmek; ama bütün insanların dürüst ve adil olmadıklarını da bilmelerini istiyorlar.
“Dost sahibi olma”yı öğretmek; ama bu dünyada sadece dostlukların ve dostların değil, düşmanlıkların ve düşmanların da, hatta “dost kılığına girmiş düşmanlar”ın da bulunduğunu farketmelerini istiyorlar.
“Kazanma”nın en iyi ve en doğru yolunun “çalışmak” olduğunu, “hazıra konma”nın iyi bir şey olmadığını öğretmek istiyorlar.
Onlara, “uygulanabilir fikirler üretme”nin önemini kazandırmak istiyorlar.
Gerektiği kadar “çalışma ve hakça kazanma”yı öğretmek istiyorlar; ama çalışmakla her zaman kazanılamayabileceğini, bazan çalıştığı halde kaybetmenin mümkün olduğunu, bu durumda “yılmadan çalışmaya devam etmek” gerektiğini bilmelerini istiyorlar.
İnsanların çok güvensiz olabileceklerini bilmelerini; ama yine de aslolanın, “güvenilir bir insani çevre” bulmak, bulamazsa oluşturmak olduğunun şuuruna varmalarını istiyorlar.
Onların, “benliklerinin değeri”ni bilmelerini; ama işte o benliği “ben merkezli” değil, “biz merkezli” olarak nasıl kullanabileceklerini bilmelerini istiyorlar.
“Hata yapmanın hile yapmaktan daha haysiyetli olduğu”nu, insanların hata yapmalarının normal olduğunu, hata yapmamaya gayret etmenin yeterli olduğunu, asla “hile ve yalana başvurmama”ları gerektiğini öğrenmelerini istiyorlar.
“Doğru/Hak bildikleri yol”da, herkes onlara karşı çıksa da “sabır ve sebat”la, “azim ve kararlılık”la yürümeleri gerektini ve nasıl yürüyeceklerini öğretmek; ama hata yaptıklarını anladıklarında derhal “doğruya dönecek dirayet”i gösterebilmelerini kazandırmak istiyorlar.
Herkesin aynı yöne doğru akıp gittiği hallerde bile “sürü psikolojisinden sıyrılma”yı, “kitlelerin peşine takılmadan, kendi doğru istikametini belirleyip kararlılıkla ilerleme”yi kazandırmak istiyorlar.
Bütün “insanları dinleme”lerini, ama “dinledikleri her şeyi hak ve doğru eleğinin süzgecinden geçirerek, sadece en iyiyi seçip alma”yı öğrenmelerini istiyorlar.
“İnsani refleksler”e tümüyle sahip olmalarını, ama “iradelerini kontrol edebilme”lerini öğretmek istiyorlar.
“Üzüldüklerinde bile gülümseyebilsinler, gerektiğinde utanç duymadan gözyaşı dökebilsinler; ama herkes kendi çıkarı için çalışsa da, tüm müslüman toplumun ve hatta tüm insanların iyiliği için çalışma azimlerinden hiçbir şey kaybetmesinler” istiyorlar.
Onlara, gücünü-kuvvetini ve aklını-beynini kullanırlarken en yüksek fiyatı aramalarını; ama “kalbini ve ruhunu, vicdanını ve inancını, ne pahasına olursa olsun asla satmamaları” gerektiğini öğretmek istiyorlar.
Hak ve adalet için her çalışmaya hâdim olmalarını, ama “yanlışlar karşısında dimdik duran bir savaşçı” vasfını takınmalarını istiyorlar.
“Sabırsızca cesaret”e, ama “cesurca sabır”a sahip olmalarını istiyorlar.
Sorumluluklarını bilen ve gereğini yerine getiren, “ideal ve inanç sahibi” olan, bunun için çalışan, “toplumsal bilinç sahibi” bireyler olarak yetişmelerini istiyorlar.
Çok mu şey istiyorlar? Hemen herkes, şu cevap üzerinde birleşiyor:
“Biliyoruz, çok şey istiyoruz. Ama böyle bir dünyada başka nasıl bir nesil isteyebiliriz ki? Çocuklarımızdan istediklerimiz belki bizde yok; ama eğer kendimizde yok diye öylece kendi hallerine bırakıp çocuklarımızı çok daha iyi kişilikler olarak yetiştirmezsek, Ümmet-i Muhammed’in felakete giden toplumsal yetersizliğinin müsebbiplerinden oluruz. Bundan çok korkuyoruz. Bu korkuyla belki yanlış da yapıyoruz. Ancak, kaş yapayım derken göz çıkarmamak için, yetkililerin gerekli ortamları hazırlamalarını, imkânları sağlamalarını bekliyoruz!”
Hani seçim var ya... Halkın oylarını isteyenlere hatırlatayım dedim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.