Hamaney’in çağrısı iyi de, İran hangi adımı atacak?
Adı “İslam Cumhuriyeti” olan, lâkin anayasasında “Ceferi Mezhebi”ni resmi mezheb edinen İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in, “İslam ümmetinin düşmanları, müslümanlar arasında ayrılık çıkarmak için çaba gösteriyor” tesbitine katılmamak mümkün mü? El’an yaşadığımız bu acı gerçeğimizi herkes biliyor. Fakat herkesçe malûm olan bu gerçeği değiştirmek için hiç kimse adım atmıyor. Tersine adımlar ise sürüp gidiyor.
Hamaney, vaziyeti müşahhas biçimde şöyle özetlemiş: “İslam ümmetinin düşmanları, Sünni ve Şii, Arap ve Acem, kavimcilik ve milliyetçilik, ırkçılık taassubu ile birbirlerine düşman etmek için uğraşıyor.” Evet, gerçek maalesef bu. Ancak, bence bu gerçeğin asıl müsebbibi “İslam ümmetinin düşmanları” değil, bizatihi İslam ümmetinin kendisidir. Çünkü, eğer ümmet, gerçekten de “ümmet bilinci”yle haraket etse, hangi “ümmet düşmanı” bu kirli emelini gerçekleştirebilir ki? Bizim, birbirimizi paralamaktan başka yaptığımız ne var?
Ayetullah Ali Hamaney, halimizi tasvire devam ediyor: “Maalesef, bugünkü İslam dünyası, cahil iktidarlar tarafından kaynaklanan baskılardan dolayı, yoksulluk, çatışma ve iç savaşlar nedeniyle büyük acılar çekiyor.” Dünyanın müstekbirleri, “küresel şer güçleri”, işte, İslam coğrafyasında hüküm süren “cahil/zalim iktidarlar”ın müslüman toplumlara yaşattığı bu acılar üzerinden palazlanıyor. Evvela bu gerçeği bilmemiz lazım.
Acınası halimizi tasvirden sonra Hamaney’in, “buna karşı basiret ve kararlılıkla durulması gerekir” temennisi, tam da ihtiyacımız olanı işaret ediyor. Evet, “basiret ve kararlılıkla...” Ama her ikisi de maalesef ümmet olarak kendimize yaklaştırmadığımız iyi hasletler. Nedense, “çabucak sönüveren heyecanlar”ımızı “sürdürülebilir mücadele”ye dönüştürmekte yeteneksiziz; bu hususta “aklını kullanan, düşünen, plân-program yapan ve bunu kararlılıkla takip eden yapılanmalar”dan çok uzağız. Oysa Hamaney’in dediği gibi, “basiretle irade bir araya geldiği zaman zorluklar, baskı ve komplolar karşısında direnç ve ilerleme kolaylaşacaktır.”
Sonra Hamaney, çözüme dair temennisini ifade ediyor ve diyor ki: “Dayatılan baskılarla başa çıkmanın tek yolu, Kur’an’a teslim olup onun yüce hedeflerine doğru hareket etmek için ciddi bir şekilde kararlılık göstermektir.” Hamaney’in bu temennisine katılmamak mümkün değil. Kur’an’ın, müslümanların bireysel ve toplumsal hayatlarının tüm boyutlarında yer alması, “hayatın bir bütün olarak ve her alanda Kur’an’a göre düzenlenmesi” temennisi...
İşte bu çözüm, gerçekten de “Ümmet-i Muhammed”in birlik ve beraberliğini sağlayacak, aralarındaki ayrılıkları çatışmadan çıkarıp, “farklılıklara rağmen birlik”i sağlayacak yegane formül. “Kur’an’a teslim olmak”tan başka her yol, birliği sağlamaktan uzaktır; çünkü kesin bilgi Kur’an’dır. Bu açıdan da Hamaney’in “şu anki İslam dünyasının sorunlarının reçetesi Kur’an emirleri karşısında teslimiyet, modern cahiliyet dayatmalarına baş kaldırı ve mücadeledir” sözünün manası, esas gündemimizi belirlemeli.
Buraya kadar her şey güzel...
Lâkin, Hamaney’in bu güzel reçeteyi tutup İran’a bağlaması, kendi verdiği reçeteyi kendisinin iptal etmesinden başka bir anlama gelmiyor maalesef. Zira, İslam dünyasının sorunlarının çözümünde, İran halkının dış güçler karşısında gösterdiği direniş tecrübelerinin de örnek bir reçete olduğunu belirten Hamaney; bu tutumuyla hemen ardından vurguladığı “herkes, sesini tefrika amaçlı yükseltmemeye dikkat etmelidir” temennisini iptal etmiş oluyor. Çünkü, eğer müslümanlar “İran tecrübesi”ne göre hareket edeceklerse, aralarındaki tefrika, daha da artarak pekişebilir. Öyle ya İran, bu zamana kadar, Hamaney’in dikkat çektiği hassasiyete dair hemen hiçbir adım atmış değil.
İşte bu yüzden, “Hamaney’in çağrısı iyi de, İran hangi adımı atacak?” diye başlıktan sorma gereğini hissettim. Dini liderleri Hamaney’in temennisi ve çözüm önerisi kapsamında İran’ın hangi adımları atacağı çok önemli. Başlangıç itibariyle küçük adımlar atabilir. Bu kapsamda İran, mesela;
Tahran’da “Ehl-i Sünnet müslümanlar”a cami açma izni verir mi?
Resmi mezheblerine mensup kişilerin, “Ehl-i Sünnet müslümanlar”ı “nasibi” olarak tanımlayıp kanını, canını, malını vs. helal görmesi anlayışına karşı, bunu açıkça reddedip mücadele başlatır mı?
Suriye’de “Şia’nın gulat kesimi”nden olan “zalim Esed rejimi”ni desteklemeyi bırakıp, Suriye müslümanlarının özgürlüğüne kavuşmalarının yolunu açar mı?
Şia içinde Hz. Ömer’in, Hz. Ebubekir’in, Hz. Osman’ın, Hz. Aişe’nin... “tekfir edilmesi”ne karşı açıktan mücadele başlatır mı? Bu kapsamda çocuklara Ömer, Osman, Aişe vb. isimlerin verilmesini teşvik eder mi?
Hamaney’in çağrısına “evet” diyoruz. Ancak “Ehl-i Sünnet” olarak, “Caferi” mezhebinden olanları daima “ehl-i kıble” gördük. Yani bizim bir sıkıntımız yok. O halde ilk adımı, çağrının sahibi olarak İran’dan bekliyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.