Vâriyet sana bir sual sorar...
Dünkü Yeni Şafak'ta, İktisatçı fikir adamı Mustafa Özel'in "İslâmî Hayat"ı, daha doğrusu zenginleşen Müslümanlar'ın açmazlarını ve zihnî sıkıntılarını sorguladığı son haftaların en önemli sohbeti yayınlandı. Mutlaka okumalısınız.
Varlıkla sınanmak, yokluğa tahammülden güç olmalı; bu paradoksu en iyi anlatabilecek örneklerden birisi, kendisine Emevî Emiri Muaviye'nin yaptırdığı sarayı nasıl bulduğu sorulan Ebu Zerr'in cevabıdır. Rivâyetin sıhhati hakkında emin değilim fakat cevap müthiştir, diyor ki,
-Bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan müsrifsin, beyt-ül mâl'in parasıyla yaptırdıysan hırsız!
Mesele şurada; Haram zaten saded harici fakat helâl yolla kazanılmış kıymet ve servetin tasarrufu bile keyfimize bırakılmış değildir; "Helâl" kılınmış alan içinde alınması gereken ince ve ahlâkî bir istikaamet daha var. Zor olan sadece helâl kazanmak değil ki; helâli meşrû sarfetmek, parayı kazanmaktan belki daha zor, nefse daha gîrân gelen bir şey.
Örtünmek konusundaki o meşhur yanılgı da aynı cümleden; örtünmenin bir şekli var ki, örtüneni daha görünür ve câzip gösteriyor. Dışarıdan setr etmiş görünmekle birlikte aslında örtünmüş değil, dikkat celb ediliyor; bu esnada isrâfa (tesettürde pahalı ve stil çözümler!) tevessül de cabası. Bu açmazı, vâriyetli hanımlara örtünerek de şık olunabileceği konusunda alternatifler sunan bazı kadın (veya erkek dergisi olsun, farketmiyor) dergilerin çözebileceğini beklemek saflık olur. Yoklukla sınanmanın kolayı şurada: Evinizin iâşe ve ibâtesini helâlinden sağlayacak miktar müşkülü çözüyor ama miktar itibariyle ondan daha fazlasını yönetmek, daha nitelikli Müslümanlık gerektiriyor.
Mustafa Özel, İslâmi site örneğini göstermiş; site avlusuna bir câmi yaptırmak, toplu ibâdet ihtiyacını giderir ama öte yandan, site sınırları dışında yaşayan diğer Müslümanlarla teması, onların hâliyle hemhâl olmayı engelliyor. İyi bir şey yapıyorum zannı, (hattâ ihlâsı) aslında vahim sonuç doğuruyor. Vâriyetli bir Müslüman'ın nasıl bir hayat tarzı içinde bulunması gerektiğine (Yani hem zengin hem muttakî!) dair makbul bir model var mı? Aslında yok; Efendimiz ve sahâbesi bu mânâda zengin olmamak ve zengin kalmamakla iftihar eden insanlardı; sonraki birkaç kuşak içinde aynı beşeri çevrenin torunlarından çoğu "Mülk ile imtihan" meselesinde bunalıma düştüler; sadece helâlinden iktisab etmiş olmak, ruhsata riayet, "kâfî ve vâfî" göründü; miskîne muavenet, sıradan ve herkesçe itaat edilmek gereken bir vazife olmaktan çıkarılıp kahramanlık sayıldı. Takvâ, suya seccâde salmak kabîlinden bir kerâmet olarak târif olundu.
Varlığın, daha doğrusu vâriyetin, servetin, sâmânın ve dünya malının meydan okuyuşuna bir cevabımız var mı? Mırın-kırın etmeden, imdâd sadedinde sağa-sola bakmadan, kekelemeden... Yoksulluktan kurtulmanın çâresi kolay, vâriyetin hakkını vermek zorların zoru. Ne yapmalı?
İşte bu zorlu bir ödev ve aynen şuna benziyor: İslâm'ın bir devlet modeli yok fakat devletin nasıl işletilmesi, nasıl hizmet vermesi konusunda çok geniş bir çerçeve var. O yoklukla bu bolluk arasında her birimizin "siyâsi" bir ödevi var ve esasen bu ödevin cevabıyla sınanacağız. İktisadiyatımız da öyle; dürüst çalışıp helâl kazanmalı ama israf etmeyip bolca tasaddukta bulunulmalı. Son derece basit fakat hayata geçirilmesi hiç de yazıldığı kadar kolay değil. İslâm, fıtratımızdaki ârızâları düzeltmeye zorluyor bizi.
Hem vâriyetli, hem muttaki kalınabilir mi, bilmiyorum; görünen şudur; servet, iddihar ettiği (stoklandığı) yerde kendi tabiatını üste çıkarır, aynen biriken iltihâbın zonklaması gibi. Zenginliğin tek hayat tarzı var galiba; onu da İslâm'ın renklerine boyamak her babayiğidin harcı değil.
Mustafa Özel'in ağzına sağlık, yüzümüze ayna tuttuğu için.