Bizim Hızlı Müslümanlar 1
Kendilerinden başka kimseyi beğenmeyen, Müslümanların her hizmetini küçümseyen, iki tercüme eser okumuş ve kafayı “metot” ile bozmuş, tabiri caizse bizim bazı “hızlı Müslümanlarımız” vardır.
Bunlara sorarsan çoğu mezheben “Hanefî”dirler, ama beslendikleri eserler sayesinde düşünce yapıları “ehl-i re’y” olmaktan ziyade “ehl-i eser”dirler.
Belki çoğu bu söylediklerimin ne manaya geldiğini bile bilmez. Ama “metot” meselesini “akide” haline getirmişlerdir. Bir hizmet kendi metotlarına uymuyorsa, onu kökten siler atarlar, bazen daha kötüsü o hizmeti “şirk”, ehlini de “tağut’a yardım ve yataklık” sayar, suçlarlar.
Basit bir örnek verelim. Müslümanlar memlekette İmam Hatip Liseleri açılsın diye yırtınırlar, dilene deşire bina yapar, içini öğrenci ile doldurup, gelecek için insan ve kadro yetiştirmeye, ülkenin yüzünü dine döndürmeye çalışırlar.
Bunu zamanın cihadı olarak görürler. Bu okulların temelinde nice böyle alim ve evliya harcı vardır.
Ama “bizimkiler” Aladağ’dan serindirler. Hiç karışmaz o işlere ve karışanlara da dudak büker ve derler ki; “zavallılar, laik düzene okul yapıp teslim ediyorlar. Sonra da çocuklarını tağutî rejimin eğitimine teslim ediyorlar. Allah günahlarını affetsin.”
Ona göre bu kadar basittir yapılanlar!
Bir de güncelden örnek verelim. Herkes yeni bir Anayasa yapımından konuşuyor. Biz de konuşuyoruz. Beyimin dudak bükerek alayı ve aşağılaması hazırdır: “Laik düzenin anayasa kaygısı sana mı düştü? Müslümanın gündemi bu mu olmalı?”
Peki, sizce ne olmalı?
Evet, anayasanın kaygısı bize düştü. Yapılacak Anayasa maddi manevi menfaatlerimizi koruyup teminat altına alabilmeli. Böyle olsun isteriz en azından. Müslümanların menfaatini alabildiğine korumak için çabalamak cihat değil midir? Fıkıh, lehte ve aleyhte olan maddî ve manevî menfaatlerimizi bilmek ve korumak değil midir?
Sevgili Peygamberimiz’in yaptığı Medine Sözleşmesi veya Hudeybiye Anlaşması örneğimiz değil midir?
Aynen Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yaptığı gibi dini yaşamak ve tebliğ etmek için daha uygun ortamı sağlamak adına oy ve siyaset gücümüzü anayasa yapımında kullanarak daha müsait ortamlara ve imkanlara fırsat verecek bir konum elde etsek kötü mü olur?
Hiç kimse eziyet ve işkence görmek istemez. Bunu istemek (sadizm, mazoşizm gibi) ruh hastasının kârıdır. Ama istenmeden gelirse, çaresiz sabredilir. Dayanılmaz olursa, hicret vacip olur, çekip gidilir. Dikkat buyurun, ilk hicret yeri Habeşistan idi. Haşa, peygamberimiz ashabını oraya göndermekle Hıristiyanların kucağına mı attı?
Hayır! Adil bir hükümdarın ülkesi Habeşistan’da yaşamak, zalimler ülkesi Mekke’de yaşamaktan iyi idi de ondan gönderdi.
Öyleyse zalim anayasa ve yasaların uygulandığı bir yerde yaşamaktansa, nispeten adil olan anayasa ve yasaların uygulandığı bir yerde yaşamak daha iyidir ve İslam’ın menfaat ve maslahatlarına daha uygundur. Bu durum, cihada mani midir?
Siz bu örnekleri eğitimden ve anayasadan alarak başka sahalarda da çoğaltabilirsiniz. Mesela ilim, sanat, kültür, yönetim, siyaset, ekonomi, yerel yönetimler vs. alanlarına taşıyabilirsiniz. Bize göre “kimler nereye hâkim olursa, orası onların olur.”
Ama bizim hızlı Müslümanlara göre bütün bunlar “nebevî metot, tevhidî metot, İslamî metot, selefî metot” gibi çok kullanılan kavramlara uygun olmadığından (!) küfre hizmet olarak sonuçlanacak olan boş ve faydasız, hatta zararlı çalışmalaradır.
Böyle birisi bir zaman bir vaazımdan sonra beni yakalamış ve “Müslümanlara hurafeler öğreterek imanlarından etme, cihada davet et” demişti. Oysa o gün benim anlattığım konu “üsve-i hasene” idi. Demek ki zavallı hiçbir şey anlamamıştı. Lafa bak, “onları imandan etme” dediğine göre, bizi çoktan imandan olmuş ve küfre batmış görüyor, neuzü billah!
Allah Teâlâ’nın verdiği sabırla dinledim ve sonra ona sordum: “Anlat bana senin yaptığın şu cihadı ve söyle hemen, sen kaç kafir öldürdün?”
Alık alık yüzüme baktı. “Bakma öyle de söyle canımın içi, sen kaç kafir öldürdün?”
Devam edeceğiz.