Oda arkadaşım İdris Naim Şahin
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, üniversite yıllarında yurt arkadaşımdı.
Dahası oda arkadaşım. İki yıl aynı odayı ve aynı ranzayı paylaştık. O, benim üstümdeki ranzada yatardı. İkimiz de hukukta talebe idik. Yurt mu, İstanbul’da Fatih Camii avlusundaki tarihi bloklarda Vakıflar Öğrenci Yurdu vardı. Bereketli bir yurttu. Oradan vali, belediye başkanı, pek çok siyasetçi, milletvekili çıktı. En sonunda da Bakan çıktı, İdris Naim Şahin. İnsanlar uzun süre kaldıkları odalarda maske takamazlar, gerçek yüzleri ile ortaya çıkarlar. İdris Naim, taa o zaman tertemiz, süt gibi beyaz bir arkadaştı, eminim bugün de öyle. Kaymakamlık sınavını kazanıp, gittiğinde üzülmüştük. 2. Blok, 29 numaralı oda, yurttaki pek çok oda gibi sıkı dostlukların kurulduğu bir oda oldu. Burada Şahin’le ilgili ondan dinlediğim bir hatırayı sizlerle paylaşmak isterim.
İdris Naim Şahin, gerekli kurslardan geçtikten ve stajyer olarak yaptığı görevlerden sonra tayin olduğu ilk kaymakamlığında tuhaf, o kadar da hüzünlü bir olay yaşar.
Bir gün ilçenin nüfuzlu bir kişisi devletin arazisine dozerleri sokar ve inşaat için hazırlığa başlar. Tabii kaymakam Şahin, inşaatı durdurur. O nüfuzlu kişi yarım saatlik mesafeden valiyi alır getirir. Vali sorar:
- Neden inşaatı durdurdunuz?
Şahin cevap verir:
- Efendim, sizin bize verdiğiniz ilçe planında o arazi yeşil alan olarak gösteriliyordu. Üstelik hazine arazisi.
Vali diklenir:
- Hayır, sen bu adam orada gazino yapıp dansöz oynatacak diye mani oluyorsun. Ve oracıkta vali, İdris Naim Şahin’in imza yetkisini alıverir. Şahin’e de oturup hıçkıra hıçkıra ağlamak düşer. Bu olay, memleketine hizmet aşkıyla yanıp tutuşan bir kaymakamın ilk hüsranıdır. Ama o yılmaz... Hizmet aşkıyla çıktığı yolculukta İçişleri Bakanlığı’na kadar yükselir. Yolun açık olsun İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin. Bugün o vali yok, ama sen hizmet yarışında ön saflardasın. Ne mutlu sana...
Affet bizi Merve Kavakçı
Ve Türkiye normalleşiyor, her alanda olduğu gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu normalleşmeden nasibini alıyor. İç tüzükte aykırı bir hüküm olmamasına rağmen başörtüsü ile mazbatasını alıp Meclis’e giren Merve Kavakçı ilahlara kurban edilmişti. 28 Şubat’ın olağanüstü havasında arslan kesilen Başbakan Bülent Ecevit, kürsüye fırlayıp:
- “Bu kadına haddini bildiriniz, burası devlete meydan okunacak yer değildir” diyerek DSP milletvekillerini göreve çağırmış ve halkın oyları ile seçilen Merve Kavakçı uzun alkışlı protestolardan sonra Nazlı Ilıcak eşliğinde Meclis’i terke mecbur kalmıştı. O günlerde kendisini aday gösteren partisi de kenara çekilmiş ve Kavakçı’nın siyaseten katline ses çıkarmamıştı.
Bugün DSP bir tabela partisi, yani halkımız onları siyaset sahnesinden sildi süpürdü. O günlerin Başbakanı Bülent Ecevit de hesapların görüleceği yere göçtü. Yani o da yok. Ama Merve Kavakçı ve onun iftiharla taşıdığı başörtüsü, Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün sayın eşleri Hayrunnisa Gül ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın değerli eşi Emine Erdoğan’ın temsili ile en yüksek yerde hayatta.
Öyle anlaşılıyor ki MHP, AK Parti ve BDP’nin tam kadro desteği ile ya da yeni yapılacak Anayasa’daki daha kapsamlı bir düzenleme ile bu yanlıştan dönülecek. Bence, hak ve özgürlüklerin sahibine kayıtsız ve şartsız teslim edildiği o gün, Merve Kavakçı Meclis’e davet edilmeli ve hakkı teslim edilmeli.
Hatta 5 yıllık milletvekili maaşı toplu olarak kendisine ödenmeli ve geçmişte kendisini ıslıklayan DSP milletvekilleri de sıraya girip, onunla helalleşmeli. “Din elden gidiyor” diyen Bülent Ecevit de bu kervana katılmalı. Kim bilir, belki o kervana o günlerin keskin 28 Şubatçısı Süleyman Demirel ve manevi evladı Mesut Yılmaz da katılıverir. Tabii vicdanları pas tutmamışsa...
“Türk pasaportu” ve İsrail
İsrail bir yıl önce uluslararası sularda saldırdığı ve 9 kişinin ölümüne sebebiyet verdiği Mavi Marmara baskınından dolayı özür ve tazminat taleplerini ısrarla geri çeviriyor.
Yani 9 kişinin hayatının hiçbir değeri yok, çünkü Yahudi değiller. Filistin yönetimi ile yapılan esir takası bu husustaki kanaatimizi güçlendiriyor. Filistin’le yapılan esir takası anlaşmasına bakınca gerçek ortaya çıkıyor. 1 Yahudi esire karşılık, 1027 Filistinli esir geri veriliyor.
Yani Yahudilerin kafasında üstün ırk oldukları fikri hakim. Ama Gazze’de binlerce çocuk ilaç yokluğundan ve gıdasızlıktan ölmüş, onlara yardım götüren Mavi Marmara’da 9 Türk vatandaşı hunharca öldürülmüş ne gam. Nasılsa onlar Yahudi değil. Ama üzülme biz Müslümanız, mazlumun dinine ve içinde taşıdığı düşüncelerine de bakmayız. İsrail’de yangın olur, “biz yangına gideriz” tabii söndürmek için.
Gilad Şalit’i kurtarmak için Filistin nezdinde arabuluculuk da yaparız. Hattâ Romanya’da Hitler’in ölüm kıtalarının elindeki Yahudileri kurtarmak için büyükelçilerimiz hayati risk alıp bunlara Türk pasaportu bile verir. Çünkü biz Müslümanız; elimiz 500 yıl önce İspanya’dan kovulan Yahudilere de uzanır, bugünkü İsrail’e de, hem Pakistan’a, hem de Somali’ye.
Not: Romanya’da Hitler zulmünden Türk diplomatlarının verdiği Türk pasaportu ile kurtulan Yahudilerin sinemaya aktarılan hikâyesi, “Türk Pasaportu” adı ile 21 Ekim’de vizyona giriyor. Tüm İsrailli devlet adamları davetlimizdir. Kim bilir, belki utanırlar.