Tabiat Kanunlarını Kim Koydu?
Bu muhakkak cevap isteyen önemli bir soru. Bunu düşünmek gerek. Bunu es geçmek veya cevaplandırmak doğrudan insanın konumunu belirler.
Bir soru daha, bu kanunlar dinlenilmese ve itaat edilmese ne olur?
Mesela “yer çekimi kanununa” itaat etmesek de uçmak hoşumuza gidiyor diyerek kendimizi uçurumdan aşağı atsak ne oluruz?
Mesela ateşin yakıcı olduğunu bilmemize rağmen elimizi içine soksak ne olur?
Kışın soğukta sokağa çıplak çıksak, sokmasını bilmemize rağmen akrebi elimize alarak sıksak da canını yaksak, yıkanırken kızgın suyu iliştirmeden başımızdan aşağıya döksek, ne olur?
Olanlar olur ve bizim canımız yanar. Belki de canımız çıkar gider. Hepten kaybedebiliriz onu.
Kanunlara itaat etmek veya etmemek ciddi işlerdir. Karar verirken iyi düşünmeliyiz. Bize düşen bize verilen “ilim” sıfatıyla bu evrendeki kanunları anlamaya, kavramaya, öğrenmeye ve kullanmaya çalışmaktır. Bu bize fayda verecektir. Yani bilgi ve uygulama, başarı ve mutluluktur.
Evreni yaratan Allah Teala, ona kendi kanunlarını da bildirmiştir. “Tav’an ev kerhen” itaat da istemiştir. Evren o kanunlara “tav’an”, yani gönüllü itaat ederek varlığını devam ettiriyor. “Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin." dedi. Her ikisi de: "İsteyerek geldik" dediler.” Fussilet, 11. Benzer ayetler için bkz. Al-i İmran, 83; R’ad, 15)
Bu zamana kadar insanın yaşamadığı yerlerde, mesela göklerde gezegenler arasında bir kaos ve kargaşa yaşanmamıştır.
Allah Teala insanın bireysel ve toplumsal hayatı için de bir kanun koymuştur. Bunun adı İslam’dır, şeriattır. Ama insana dayatılmamıştır bu kanunlar. Özgür iradesine bırakılmıştır. Dilerse itaat eder, dilerse etmez. Cinler için de böyledir.
Eğer insanlar ve cinler o kanunlara gönüllü itaat ederlerse, temiz, rahat, mutlu ve huzurlu bir hayat yaşarlar. Yok, itaat etmezler de isyan ederlerse, bunun cezasını bireysel ve toplumsal hayatlarında bir şekilde çekerler. Ama cezanın büyüğü ahirettedir. Kur’an baştan sona bunu anlatır.
Genellikle bu dünyada çekmeler, hastalıklar, cinayetler, zulümler, sömürüler, savaşlar, anarşi ve terörler, sosyal patlama ve ihtilaller yanında depremler, seller, tusunomiler, kasırgalar, kuraklıklar gibi doğal felaketler şeklinde de görülebilir. Çünkü insanın işlediği isyanlar, yerleri ve gökleri fesada verirler:
“Allahın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) bozukluk ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için, Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.” (Rum, 41. Benzer ayetler için bakz. 7,168; 21, 35; 2,155; Şura, 30)
İlahî ikazı anlamayan gafiller “ne alaka?” diye alık alık bakarken, tanrıtanımaz cahiller de bu ifadelere bıyık altından gülerler. “Kella seya’lemûn.” Evet, bir gün bilecek ve çok ağlayacaklar. “Ya leyteni küntü turâben” diyecekler. Ama çok geç kalmış olacaklar...
Oysa bu gün herkesin önem verme gereği hissettiği “çevre” temizliği ve korunması farklı bir şey midir? Hava, su ve toprağın doğal yapısını korumaktan oluşan “çevre bilinci” için çırpınıp duruyoruz.
Bu gün sanayi artıkları, zehirli gazlar, bilinçsiz tüketilen, yani israf edilen kaynaklar karşısında ıstırapla kıvranıyoruz, ama insanın bilinçsizce tüketimi karşısında, yani insan israfı karşısında kılımız kıpırdamıyor.
İnsanlık alkol, uyuşturucu ve fuhuş bataklığında kendini israf ederek, harcayarak, boğuluyor, fakat tedbir alması gerekenler, yangına körükle gidiyorlar.
Bu yangını söndürmeye çalışan dindarlar ise “insan özgürlüğüne saldıranlar” olarak yok edilmeye çalışılıyor.
Kim mi bunlar?
Bunlar, yukardaki gerçeklere bıyık altından gülen zavallılardır. Şimdi gülen ama az bir zaman sonra çok ağlayacak olan zavallılar...
İnsanlar bu gibi hallerde erken uyanırlar da yaptıkları yanlışların farkına vararak Allah Teala’ya dönerlerse, çektikleri bu musibetler, geçmiş günahlarına keffaret olabilir. Musibetler bu açıdan bakıldığında bir kazanca dönüşebilirler.
Cehenneme ramak kala bir musibetle uyanan ve tövbe eden adam, yarın bu gerçeği görünce “iyi ki o musibet ve felaketi yaşamışım da günahlarımın affı ile Cehennemde yanmaktan kurtulmuşum” diye sevinebilir. Bence şimdiden sevinmeye başlasın.
Musibetlerin sebepleri birden fazla olabilir. Bunun bizimle bir alakası olabilir de, olmayabilir de. İmtihan böyle bir şey. Bu sebeplere belki yeniden döneceğiz. Burada şunu söylemek istiyoruz; her ne sebepten olursa olsun başa gelen felaket ve musibetler, iman sayesinde rahat atlatılabilir. Iman onlara karşı bir dayanma gücü verir. Çünkü insan bir kul olduğunu ve denenmekte olduğunu bilmektedir.
Başımıza gelen bela ve musibetlerden merhametli Rabbimizin haberi var mıdır? Onun bilgisi ve takdiri dahilinde midir?
Yoksa kör bir tesadüfe kurban mı gittik?
Eğer böyle düşünüyorsak, yazık bize, vah bize. Bizi kimse teselli edemez.
Eğer birinci şıkka imanınız varsa, bırakın kendinizi o engin rahmetin kollarına… Çünkü siz kendiniz bile onun kadar merhametli olamazsınız kendinize. O size iyilikten başkasını düşünmez. Teslim olun gitsin Yüce Rabbinize…
“Görelim Mevla neyler, Neylerse güzel eyler.”