Çözüm ve ortak hafıza
Esasen sözü sağa sola çevirmeye hiç gerek yok. Geldiğimiz nokta gerçekten bir yol ayrımı. Ya Türkiye Kürt meselesini çözerek büyüyecek. Yahut Kürt meselesi, daha da dallanıp budaklanarak bizi yönetir hale gelecek.
Kuşku yok ki son dönemde hız kazanan KCK operasyonları, Kürt meselesinin Türkiye’yi kuşatmasını isteyenlere yönelik bir devlet refleksi. Bu tür reflekslerin kaçınılmaz bir biçimde ‘güvenlik’ merkezli yaklaşımlar ürettiğini de biliyoruz, aynı zamanda görüyoruz.
‘Saltanat tecezzi kabul etmez’ sözünün bu topraklarda karşılığının ne olduğunu bilmeyenlere, bunu anlatmak kolay değil. Bugünün diliyle ifade edersek, bir devletin kendi içinde paralel bir yapılanmaya ya da alternatif güç merkezine göz yumması söz konusu olamaz.
Ancak bu durum, belli ittifak alanlarını, müzakere süreçlerini ya da paylaşımları tümüyle ortadan kaldırmaz. Devlet aklı, elbette görünür anlamda iktidarını paylaşmaz. Elbette oturup anayasa kaleme alıp vergi toplayanlara, hatta neredeyse kendi adına Cuma hutbesi okutmaya kalkışanlara hoş görüyle yaklaşamaz. Ancak işler bu noktaya gelmişse, ‘devlet aklı’nı inşa eden herkesin oturup kendisini gözden geçirmesi de elzemdir.
Dahası, en azından benim tarif edebildiğim kadarıyla bu akıl, sadece devletin kurumlarından ibaret değildir, olamaz da.
Zihin konforunu bozmamak!
Eğer bir sorunu çözmek, hafifletmek ya da bugünün moda deyimiyle yönetmek istiyorsanız, sık sık onun tarihine bakmak, aynı zamanda hangi dinamikler etrafında şekillendiğini, o dinamiklerin önünde yürümeyi göze alarak yapmak zorundasınız. Bunu yapabilmek için, bahsettiğimiz aklın, her şeyden önce farklı araçları kullanabilme, yeri geldiğinde birini sahadan çekip ötekini sürebilme ve hepsinden önemlisi sert ve yumuşak güç unsurlarını bir arada kullanabilme yeteneğine sahip olması gerekiyor.
Gücün arkasına saklanmak ve olup biteni o gücün şemsiyesi altında değerlendirmek, hayli konforlu bir faaliyet olsa gerek. Zira bir ülkenin önemli ve karmaşık bir sorununu çözebilme yeteneği, sadece devlet kurumlarından ve siyasi iktidarın faaliyetlerinden ibaret olamaz. Aksi takdirde ‘güvenlik merkezli’ olması kaçınılmaz hale gelir. Türkiye’de bir şekilde kendisini sivil toplum çerçevesinde örgütlemiş pek çok yapı var. Bunların giderek daha etkin hale geldiği de malum. Ancak her nedense bu yapıların önemli bir bölümü enerjilerini Türkiye’nin kendi içinde bitmek bilmeyen iktidar kavgaları üzerinde tüketiyor. Oysa kafalarını kaldırıp coğrafyaya baksalar, sahip oldukları muazzam gücü ve enerjiyi kullanabilecekleri geniş bir alan olduğunu görebilecekler.
Neyi, kimi bekliyoruz?
Örnek mi istiyorsunuz, buyurun. İşte Suriye Kürtleri ve onlarla aramızda var olan bunca ortaklık. Nerede bu ortaklıklar üzerinden yapmamız gereken işler, kurmamız gereken dostluklar, açmamız gereken kanallar? Allah rızası için birisi bu topraklarda Nakşibendiliğin hiç olmazsa tarihini merak etmez mi? Onu araştırırken Suriye Kürtlerine rastlamaz mı? Yahut Irak haritasıyla yollarının kesiştiğini görmez mi? Şerif Mardin ömrünün ahirinde Nakşilik üzerine ipe sapa gelmez değerlendirmeler yaparken, birimiz kalkıp bunların üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ortak hafızası olduğunu söyleyemez miyiz?
Tüm bunları akletmek, Şam’da, Halep’te, Erbil’de, Kerkük’te, Süleymaniye’de nasıl bir tarih var, hangi dinamikler üzerinden bugüne akıyor, bunları yeniden üretebilmek, ortak değerler üzerinden bir yeni dil inşa edebilmek mümkün müdür diye sormak için kim ne bekliyor?
Bu saydıklarımızı sadece devletin kurumları ve hükümet üzerinden yapılacak işler gibi gördüğümüz sürece, yapacağımız her şey eninde sonunda devletin ‘güvenlik’ rengine bürünür. O zaman da şikayet etmeye hakkımız kalmaz.